Kan Savascisi
Sitemize Hoş Geldiniz.
Umarım Eğlenirsiniz.
İYİ EĞLENCELER...


ÜYE OL!
Kan Savascisi
Sitemize Hoş Geldiniz.
Umarım Eğlenirsiniz.
İYİ EĞLENCELER...


ÜYE OL!
Kan Savascisi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kan Savascisi

SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ..
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapİşaret-14.BöLüm Adsz12pİşaret-14.BöLüm Adsz2lb
Sitemize Hoş Geldiniz. İsteyen Herkes Sitemizde Hikayesini Paylaşabilir, Dosya Aktarımında Bulunabilir... İYİ EĞLENCELER. =) HOŞ GELDİN atesLeDanS

 

 İşaret-14.BöLüm

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
bLood wiTch
Gece Evi Grup Möderatörü
Gece Evi Grup Möderatörü
bLood wiTch


Mesaj Sayısı : 339
Kayıt tarihi : 05/09/10
Yaş : 29
Nerden : Evimden xD

İşaret-14.BöLüm Empty
121010
Mesajİşaret-14.BöLüm

İşaret Kitabı 14. Bölüm

Bölüm 14

Eskrim dersinin çok zevkli geçmesi benim için tam bir sürpriz oldu. Ders, spor salonunun dışında, duvarları yerden tavana kadar aynayla kaplı, dans stüdyosunu andıran kocaman bir odada yapılıyordu.Tek tarafta, tavandan tuhaf görünüşlü, bire bir ölçülerde bana üç boyutlu atış hedeflerini anımsatan mankenler sarkıyordu. Herkes Profesör Lankford’a Ejderha Lankford ya da sadece Ejderha diye hitap ediyordu. Nedenini çözmem çok sürmedi. Alt çenesine kadar inen dövmesi, gövdeleri, yılan misali birbirine dolanmış iki ejderhayı temsil ediyordu. Ejerhaların başları, profesörün kaşlarının üstünde kalıyordu. Açık ağızlarından, hilale doğru ateş püskürtüyorlardı. Gerçekten müthiş bir dövmeydi; insan kendini bakmaktan alamıyordu. Dahası Ejderha bu kadar yakından görebildiğim ilk yetişkin erkek vampirdi. Başlangıçta kafamı karıştırdığını söylemem gerek. Herhalde bana yetişkin bir erkek vampirin nasıl olmasını beklediğimi sorsanız, size profesörün tam zıttı bir tarif verirdim. Dürüst olmam gerekirse, zihnimde bir film yıldızı stereotipi vardı: Uzun boylu,yakışıklı ve tehlikeli. Bilirsiniz işte Vin Diesel gibi biri. Her neyse.
Ejderha, kısa boyluydu; uzun sarı saçlarını arkadan bağlamıştı ve ejderha dövmesini saymazsanız sıcak sayılabilecek bir gülümsemenin hakim olduğu şirin bir yüzü vardı.
Gücünü hissedebilmem için, sınıfa ısınma egzersizleri yaptırmaya başlamasını beklemem gerekecekti. Kılıcını eline aldığı ve geleneksel selam duruşuna geçtiği andan itibaren
(ki daha sonra bu kılıca epe dendiğini öğrenecektim) bambaşka birine inanılmaz bir serilik ve zarafetle hareket eden birine- dönüşüverdi. Çalımları ve hamleleriyle, hiç çaba sarf etmeden sınıfın geri kalanının hatta Damien gibi bir hayli yakışıklı olanların bile tuhaf kuklalar gibi görünmesine neden oluyordu. Isınma hareketleri tamamlanınca, herkesi eşleştirdi ve ”standartlar” adını verdiği çalışmayı yaptırmaya başladı. Beni Damien’le eşleştirice rahat
bir nefes aldım. Elimi geleneksel Amazon stiliyle sıkarken ”Zoey, Gece Evi’ne
katılman bizim için büyük zevk,” dedi. ”Damien sana eskrim üniformasının farklı parçalarını anlatacaktır. Önümüzdeki birkaç gün içinde sana bir çalışma metni de veririm. Bildiğim kadarıyla, daha önce bu spor dalında herhangi bir eğitim almamışsın, yanılıyor muyum?”
”Hayır, almadım,” dedim. Sonra biraz gergin bir sesle ”Ama öğrenmeyi çok isterim,” diye ekledim. ”Yani kılıç kullanma fikrini çok hoş buluyorum.”
Ejderha gülümsedi. ”Biz ona Flöre diyoruz. Flöre kullanmayı da öğreneceksin. Burada üç silah tipi arasında en hafif olan flöredir. Ve tabi kadınlar için mükemmel bir seçimdir. Eskrimin
kadınlarla erkeklerin tamamen eşit şartlarda yarışabildikleri nadir sporlardan biri olduğunu biliyor muydun?”
”Hayır,” dedim. Aynı anda içim fesat bir düşünceyle kaynamaya başlamıştı. Sporda bir erkeğin canına okumak kim bilir ne hoş bir şey olurdu!
”Bunun nedeni akıllı ve odaklanmayı başaran bir eskrimcinin, sahip olabileceği, fark edlilir noksanlıkları başarıyla telafi edebilmesidir. Hatta bu noksanlıkları güç ve yetişme gibi konularda artıya çevirebilir. Başka bir deyişle, rakibin kadar güçlü veya hızlı olmayabilirsin ama daha zeki olabilir ve daha iyi odaklanabilirsin. O zaman şans lehine döner. Değil mi, Damien?”
Damien sırıttı. ”Aynen öyle.”
”Damien, senelerdir eğitme şansına sahip olduğum eskrimciler arasında odaklanmayı en iyi başarabilenlerdendir. Ve bu özelliği onu tehlikeli bir rakip kılıyor.”
Yan gözle Damien’e baktım. Yanakları, gurur ve zevkle pembeleşmişti.
”Birkaç hafta boyunca, Damien’den sana açılış manevralarını göstermesini rica edeceğim. Sakın unutma, eskrim, doğaları gereği ardışık ve hiyerarşik yeteneklerde usta olmayı gerektirir.
Bu yeteneklerden herhangi birinin kazanılmaması halinde, ondan sonra gelen yetenekleri kazanmak çok güç olacaktır. Bu durumda eskrimci, kalıcı ve çok ciddi bir dezavantaj içine düşer.”
”Tamam, unutmam,” dedim. Ejderha gülümseyerek yanımızdan ayrıldı ve bizden sonraki çiftin yanına gitti.
”Söylemeye çalıştığı şu: Sana aynı egzersizi tekrar tekrar yaptırırsam moralinin bozulmasına izin verme.”
”Yoksa sen de can sıkıcı olacağını ama bunun bir amaca hizmet ettiğini mi söylemeye çalışıyorsun?”
”Aynen öyle. Ve bu amaç da, kısmen, o küçük, şirin poponu kaldırmanı sağlamak olacak.” Bunu söylerken flöresinin ucuyla popoma vurdu.
Gözlerimi çevirerek yanağına hafifçe vurdum ama yirmi dakikalık hamle ve başlama duruşuna geri çekilme hem de defalarca aktivitesinden sonra haklı olduğunu anladım. Yarın popomdan çekeceğim vardı.
Dersten sonra çok hızlı birer duş aldık (Neyse ki kızların soyunma odasında, her biri birbirlerinden perdelerle ayrılan duş kabinleri vardı da hapishane sakinleri gibi barbar ve trajik bir şekilde, açık alanlarda duş yapmak zorunda kalmadık). Duştan sonra diğerleinin arkasına takılıp aceleyle öğle yemeği odasına yani daha bildik ismiyle Yemek Salonu’na gittim. Aceleyle derken çok ciddiydim. Açlıktan ölüyordum. Öğle yemeği, ton balıklı salatadan (ıyyk) kafa karıştıran (ve tadı mısırdan başka her şeye benzeyen) o minicik mısırlara (Gerçekten neydiler acaba? Bebek mısır mı? Cüce mısır mı? Motasyon geçirmiş mısır mı?) kadar her şeyi içeren, kendi salatanızı kendiniz yaratın tarzı büyük bir açık büfeden oluşuyordu. Tabağımı tepeleme doldurdum ve fırından yeni çıkmış gibi görünen
ve kokan nefis ekmekten kocaman bir dilim alıp Stevie Rae’nin yanındaki sıraya oturdum. Damien de peşimdeydi. Erin ve Shaunee, hangisinin edebiyat ödevinin -ki ikiside 96 almıştı- daha başarılı olduğu konusunda derin bir tartışmaya dalmışlardı bile.
”Anlat bakalım, Zoey. Erik Night meselesi de nedir?” Daha salatamdan aldığım ilk çatalı ağzıma atarken Stevie Rae’nin sorusuna maruz kaldım. İkizler susmuş, masadaki herkesin dikkati bana çevrilmişti.
Erik konusunda ne söyleyeceğimi iyice düşünmüş ve hiç kimseye o talihsiz oral seks sahnesinden bahsetmemeye karar vermiştim. Bu yüzden ”Bana bakıp durdu,” demekle yetindim. Hepsinin çatık kaşlarla bana bakmaya devam ettiklerini görünce, ağzımdaki salata yüzünden aslında ”Bina baykıp durduğ,” demiş olduğumu anladım. Yutkundum ve şansımı bir kez daha denedim. ”Bana bakıp durdu. Drama dersinde. Ne bileyim işte, kafam
karıştı.”
”Şu ‘Bana bakıp durdu’ cümlesini açar mısın, lütfen ?”
”Her şey sınıfa girdiği anda oldu aslında. Ama sonra bize monolog örneği sunarken iyice belirginleşti. Şu Othello şeyini yaptı. Aşkla ilgili satırları söylerken gözlerini bana dikti. Bunun
sadece bir tesadüf olduğunu da düşünebilirdim ama monologuna başlamadan önce de, sınıftan çıkarken de bana baktı.” İç çekip, hafifçe yüzümü buruşturdum. Delici bakışlarından rahatsız olmuştum. ”Neyse, boş verin. Büyük olasılıkla, bu da rolünün bir parçasıydı.”
”Erik Night bu lanet olası okulun en seksi parçasıdır,” dedi Shaunee.
Erin ”Boş versene,” diye söze girdi. ”O bütün gezegenin en seksi parçası.”
Stevie Rae aceleyle ”Kenny Chesney’den daha seksi değil,” dedi.
”Ah, sen ve şu country saplantın!” Shaunee, Stevie Rae’ye çıkıştıktan sonra dikkatini yeniden bana çevirdi. ”Bu fırsatı sakın kaçırma…”
”Evet,” dedi Erin de, ”Sakın!”
”Fırsatı kaçırmak mı? Ne yapmam gerekiyor? Bana tek kelime dahi etmedi ki.”
”Ah, Zoey, tatlım. Çocuğa gülümsedin mi bari?” Bunu Damien sormuştu.
Gözlerimi kırpıştırdım. Sahi gülümsemiş miydim? Ah, lanet olsun. Gülümsemediğime bahse girebilirdim. Orada öylece oturup bir moron gibi bön bön baktığıma ve hatta ağızımın sularının aktığına… Pekala, tamam, ağzımın suları akmamıştır herhalde ama yine de… Acı gerçek yerine ”Bilmem ki,” dedim ama Damien’i kandıramamıştım.
Hırıltılı bir ses çıkardı. ”Bir dahaki sefere gülümse bari.”
”Hatta merhaba de,” dedi Stevie Rae.
”Bense Erik’in sadece güzel bir surattan ibaret olduğunu sanıyordum.”
”Ve harika bir vücut,” dedi Erin.
Shaunee, ”Ta ki Afrodit’i terk edene kadar. Ne yalan söyleyeyim, bu hareketi bana üst katta da bir şeylerinin olabileceğini düşündürdü.”
Erin kaşlarını oynatarak, ”Alt katın bir hayli işlek olduğunu zaten biliyoruz,” dedi.
”Ah-ha!” Shaunee sanki koca bir dilim çikolatalı pastayı mideye indirmekle meşgulmüş gibi, dilini dudağında gezdirdi.
”İkiniz de iğrençsiniz,” dedi Damien.
”Biz sadece şehirdeki en şirin poponun onda olduğunu söylemeye çalışıyorduk, Bayan Priss,” dedi Shaunee
”Sanki sen farkında değilsin de,” dedi Erin
”Erik’le konuşmaya başlaman Afrodit’i küplere bindirir.” dedi Stevie Rae.
Sanki Kızıldeniz’i ortadan ikiye ayırmış ya da buna benzer bir şey yapmış gibi- bütün gözler, bir anda, Stevie Rae’ye çevrilmişti.
”Bu doğru,” dedi Damien.
”Hem de nasıl,” dedi Shaunee.Erin de başıyla onaylıyordu.
”Söylentiye göre, eskiden Afrodit’le çıkıyormuş,”dedim.
”Evvet,”dedi Erin
”O söylenti çok gülünç görünebilir ama doğru,” dedi Shaunee. ”Bu, şimdi senden hoşlanıyor olmasını daha da özel kılıyor!”
”Çocuklar, büyük olasılıkla sadece tuhaf İşaretime bakıyordu,” dedim.
”Belki de tek baktığı o değildir,” dedi Stevie Rae yüzünde tatlı bir gülümsemeyle. ”Sen gerçekten çok hoş bir kızsın, Zoey.”
”Belki de dikkatini ilk çeken İşaretin olmuştur. Sonra senin ne kadar tatlı olduğunu fark edip bakmaya devam etmiştir.”dedi Damien.
”Her iki ihtimalde de bakışının Afrodit’yi çilesen çıkaracağı kesin,” dedi Shaunee.
”Bu iyi bir şey,” dedi Erin.
Stevie Rae elini havada salladı. ”Sen Afrodit’i de İşaretini da unut. Bir dahaki sefere sana gülümsediği zaman merhaba de, o kadar.”
”Kolay,”dedi Shaunee.
”Olay,”dedi Erin.
”Pekala”diye geveleyip salatama döndüm. Keşke bütün bu Erik Night meselesi sandıkları kadar kolay bir olay olsaydı.

* * *

Gece Evi’ndeki öğle yemeği de GAL’deki ya da diğer bütün okullardaki gibi çabucak geçip gitti. Sonrasında girdiğim İspanyolca dersi biraz donuk kaldı. Profesor Garmy küçük bir İspanyol kasırgası gibi geçip gitti. Onu görür görmez sevmiştim dövmeleri tuhaf biçimde kuş tüylerine benziyordu; bu yüzden bana küçük bir İspanyol kuşunu hatırlattı ama bütün dersi tamamen İspanyolca konuşarak anlattı. Sanırım bu noktada sekizinci sınıftan beri bir kelime bile İspanyolca konuşmadığımı belirtmem gerek. Özgürce itiraf ediyorum ki, ondan önce de bu dile pek fazla ilgi göstermezdim.Bu yüzden derste biraz kayboldum ama ev ödevini not almaktan ve kendi kendime kelime çalışması yapacağıma dair sözler vermekten geri kalmadım. Kaybolmuşluk hissinden nefret ediyordum. Biniciliğe Giriş dersi Hara denilen binada yapılıyordu. Burası güney surlara bakan uzun ve alçak tuğla bir binaydı. Hemen
yanında kapalı bir biniş pisti vardı. Her tarf, deriyle karışık talaş ve at kokuyordu. Bütün olarak bakıldığında insana hoş gelen bu kokusunun büyük kısmının at kakasından kaynaklandığını bilmek tuhaftı doğrusu. Küçük bir grupla birlikte, ağılın içinde, uzun boylu, ciddi suratlı bir üst sınıf öğrencisinin beklememizi tembihlediği bir köşede, biraz gergin bir halde duruyordum. Sadece on kişiydik ve hepimiz üçüncü sınıftandık. Ah (harika), sinir bozucu Elliott tipi, yerdeki talaşları ayağıyla tekmeleyerek, sırtını duvara yaslamış halde oturuyordu. En yakınındaki kızı hapşırtmayı becerecek kadar toz kaldırmıştı. Kız ona pis bir bakış atıp birkaç adım uzaklaştı. Tanrım, herkesi sinir etmek zorunda mıydı acaba? Ayrıca o
tüy tüy saçları için herhangi bir ürün (ya da en azından bir tarak) kullanamaz mıydı?
Nal seslerini duyunca, dikkatimi Elliott’tan ağılın girişine çevirdim. Muhteşem görünüşlü simsiyah bir kısrak dörtnala geliyordu. Bizden birkaç adım uzakta durdu. Hepimiz aptal aptal
bakınırken kısrağın binicisi zarif bir hareketle aşağı atladı. Beline kadar uzanan gür saçları beyaza çalacak kadar açık sarı, gözleri ise arduvaz grisiydi. Minyon bir vücüdü vardı. Duruşu bana saplantılı bir biçimde dans derslerine devam eden ve bale yapmıyor olmalarına rağmen sopa yutmuş gibi dimdik duran kızları hatırlatmıştı. Dövmesi yüzünü çevreleyen düğümlerden oluşuyordu. Safir renkli desenin içinde şaha kalkmış atlar gördüğümden
emindim.
”İyi akşamlar. Adım Lenobia ve bu da” Biraz önce indiği kısrağı işaret ederken gruba küçümseyen gözlerle baktıktan sonra ekledi: ”… bir at.” Sesi duvarlarda yankılanmıştı.Kısrak binicisinin sözüne müdahale etmek ister gibi burun deliklerini şişiriyordu. ”Ve sizler de üçüncü sınıftaki yeni grubumsunuz. Her birinizin bu derse seçilme nedeniniz, iyi biniciler olma ihtimaline sahip olduğunuzu düşünmemiz. Gerçek şu ki, sadece bir kısmınız sömestre sonuna kadar dayanabileceksiniz. Dayanabilenlerin ancak yarısı adam gibi biniciler olacaklar. Sorunuz var mı?” Herhangi bir soru sorulmasına fırsat vermeyecek kadar kısa bir süre duraksadıktan sonra hemen sözlerine devam etti. ”İyi. O zaman
beni takip edin, derse başlayalım.” Dönüp ahıra girdi. Bizde peşinden gittik.
Benim iyi bir binici olma ihtimaline sahip olduğumu düşünen ”biz”in kim olduğunu sormak istiyor fakat herhangi bir şey söylemeye korkuyordum. Bu yüzden grubun geri kalan kısmıyla
birlikte profesörün peşinden yürüdüm. Lenobia bir dizi boş bölmenin önünde durdu. Bölmelerin önünde saman tırmıkları ve el arabaları vardı. Bize döndü.
”Atlar büyük köpekler değildir. Tıpkı küçük bir kızın hayallerinde yaşattığı kusursuz ve onu her zaman anlayacak en iyi dost olmadıkları gibi.”
Yanımda duran iki kız huzursuzca kıpırdanınca Lenobia gri gözleriyle onları delip geçti.
”Atlar iş. demektir. Kendinizi, zekanızı ve zamanınızı onlara adamanızı beklerler. Çalışmamıza iş kısmından başlayacağız. Bu koridorun sonundaki araç gereç odasında lastik çizmeler bulacaksınız. Birer çizme ve eldiven seçtikten sonra, her ririniz kendi bölmenizi teslim alıp işe koyulacaksınız.”
Şirin suratlı tombulca bir kız gergin bir tavırla elini kaldırarak ”Profesör Lenobia?” diye seslendi.
”Lenobia demeniz yeterlidir. Eski bir vampir kraliçenin anısına seçtiğim bu ismin yanına başka bir unvan eklemeye gerek görmüyorum.”
Lenobia’nın kim olduğu konusunda bir fikrim yoktu ve daha sonra araştırmak üzere zihnimin bir köşesine not ettim.
”Devam et. Bir sorun mu vardı, Amanda?”
”Şey, ben….Evet.”
Lenobia kıza tek kaşını kaldırarak baktı.
Amanda yutkundu. ”Prof… Yani Lenobia, hangi işe koyulacağız acaba?”
”Tabii ki atlara ayrılmış bölmeleri temizleyeceksiniz. Gübreleri el arabalarına dolduracaksınız. El arabanız dolunca, içindekileri ahırların dış surlara bakan tarafındaki gübre alanına dökebilirsiniz. Araç gereç odasının arka tarafındaki depoda taze talaş bulabilirsiniz. Elli dakikanız var. Kırk beş dakika içinde geri gelip bölmelerinizi teftiş edeceğim.”
Hepimiz gözlerimizi kırpıştırıyorduk.
”Başlayabilirsiniz. Şimdi.”
Ve başladık.
Pekala. Bunun kulağa çok tuhaf geleceğini biliyorum ama bölmemi temizlemek benim için hiç sorun değildi. Bence at pisliği o kadar da iğrenç bir şey değildir. Özellikle de bu bölmelerin
her gün temizlendiğini düşününce… Hemen bir çift lastik çizme (ki daha çok plastik galoşlara benziyorlardı; çok çirkinlerdi ama en azından dizime kadar çıkıyorlardı.) ve eldiven kaptım ve işe koyuldum. Çok kaliteli hoparlörlerden müzik yayını yapılıyordu. Dinlemekte olduğumuz şeyin Enya’nın en son CD’si olduğundan neredeyse emindim (Annem John’la evlenmeden önce Enya’yı dinlerdi ama John bunun bir tür cadı müziği olabileceğine karar
verince, annem de dinlemekten vazgeçti. İşte bu yüzden Enya’yı çok severim.) Böylece insanı huzursuz eden Kelt liriklerini dinleyerek at pisliklerini toplamaya başladım. El arabamı boşaltıp, içini taze talaşla doldururken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Talaşı bölmenin zeminine yayarken, birden birisinin beni izlediğini hissedip ürperdim.
”Aferin sana, Zoey.”
Dönüp baktığım zaman Lenobia’nın bölmenin kapısında durduğunu gördüm. Bir elinde büyük, yumuşak bir kaşağı tutuyordu. Diğer elinde ise masum bakışlı, benekli bir kısrağın yuları vardı.
”Bu işi daha önce yapmışsın,” dedi Lenobia.
”Büyük annemin çok tatlı gri bir beygiri vardı. Ona Bunny adını takmıştım.” Sözlerimin ne kadar aptalca geldiğini fark edince durdum. Kıpkırmızı yanaklarla, telaşla ekledim. ”O zaman on yaşındaydım ve beygirin rengi bana Bugs Bunny’yi hatırlatıyordu. Bu yüzden bu adı verdim, sonra herles benimsedi. Lenobia’nın dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme görür
gibi oldum. ”Temizlediğin, Bunny’nin ahırı mıydı?”
”Evet. Ona binmeye bayılırdım. Büyükannem bir atın temizliğini yapmayan birinin ona binmeye hakkının olmadığını söylerdi.” Omzumu silktim. ”Bu yüzden Bunny’nin temizliğini yapardım.”
”Büyükannen bilge bir kadınmış.”
Başımı salladım.
”Peki Bunny’yi temizlemek seni rahatsız ediyor muydu?”
”Hayır, sayılmaz.”
”İyi. Seni Persephone’la tanıştırayım.” Lenobia başıyla yanındaki kısrağı işaret etti. ”Temizlediğin onun bölmesiydi.”
Kısrak bölmesine girince doğruca benim yanıma geldi ve burnunu yüzüme yaklaştırıp hafifçe üfledi. Gıdıklanmıştım, gülmeye başladım. Burnunu okşadım ve hiç düşünmeden burnunun
üst tarafındaki kadifemsi bölgeye bir öpücük kondurdum.
”Merhaba, Persephone. Ne güzel bir kızsın sen böyle.”
Kısrak ve ben tanışma merasimimizi gerçekleştirirken, Lenobia da bizi izliyordu.
”Okulun bitiş saatini haber veren zilin çalmasına sadce beş dakika var. Bu yüzden ders için kalma mecburiyetin yok. Ama istersen, Persephone’yi tımar etme ayrıcalığını hak ettiğini söyleyebilirim.
Şaşırarak -ve bir taraftan atın boynunu okşayarak Lenobia’ya baktım.”Hiç sorun değil,” dedim. ”Kalırım.”
”Harika. İşin bitince kaşağıyı araç gereç odasına bırakırsın.
Yarın görüşürüz, Zoey.” Lenobia kaşağıyı bana uzattı, kısrağın karnını okşadı ve bizi baş başa bırakıp gitti.
Persephone kafasını taze samanla doldurulmuş metal rafa uzatmıştı bile. Ben onu tımar ederken, o da samanlarını çiğniyordu. Bunun ne kadar huzur verici bir iş olduğunu unutmuşum. Bunny iki, sene kadar önce, ani bir kalp krizinden ölmüştü. Büyükannem o kadar üzülmüştü ki yeni bir at almayı hiç düşünmemişti. ”Tavşan’ın yerini ( büyükannem ata böyle hitap ederdi)
hiçbir şeyin alamayacağını söylüyordu. Bir atla ilgilenmeyeli iki sene olmasına rağmen, her şeyi kısa zamanda hatırlamıştım. Kokular, atın yemlenirken çıkardığı o ılık ve sakinleştirici sesler, kaşağının kısrağın pürüzsüz sırtında kayarken çıkardığı o şışş sesi. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, Lenobia’nın sesini son anda duyabildim. Büyük olasılıkla kızıl saçlı baş belasını azarlıyordu. Persephone’nin üstünden kafamı uzatıp, diğer bölmelere doğru
baktım. Tahmin ettiğim gibi, kızıl saçlı çocuk kendi bölmesinin önünde yerde oturuyordu. Lenobia elleri kalçalarında, çocuğun tepesine dikilmişti. Uzakta olmama rağmen, Lenobia’nın öfkeden deliye döndüğünü görebiliyordum. Acaba bu çocuk buradaki bütün hocaları çileden çıkarmayı kendine görev mi edinmişti?
Eğitmeni Ejderha mıydı gerçekten? Ejderha eline bir kılıç yani flöre demek istedim alana ve ölümüne-tehlikeli vampir savaşçıya dönüşene kadar gayet tatlı birine benziyordu.
Yeniden işime dönerken Persephone’ye ”Şu kızıl saçlı miskin ölümüne susamış olmalı” diye fısıldadım. kısrak kulaklarını dikleştirdi ve burun deliklerini şişirdi. ”Evet, senin de hemfikir
olacağını biliyordum. Benim neslimin, Amerika’yı miskin ve zavallı çocuklardan nasıl kurtarabileceği konusunda geliştirdiğim teoriyi duymak iser misin?” Kısrak algılarını açmış gibi görünüyordu. Fırsattan istifade ederek Sakın Zavallılarla Çocuk Yapmayın teorimi anlatmaya koyuldum.
”Zoey! Demek buradasın!”
”Aman Tanrım! Stevie Rae! Ödümü patlattın!” Beklenmedik çığlığımla irkilen Persephone’yi okşayıp sakinleştirdim.
”Burada ne yapıyorsun?”
Kaşağımı sallayarak ”Ne yapıyor gibi görünüyorum, Stevie Rae” Pedikür yaptırıyor gibi mi?”
”Dalga geçmeyi bırak. Dolunay Ritüeli iki dakika sonra başlıyor.”
”Ah, lanet olsun! Persephone’yi son bir kez daha okşadım
sonra telaşlı adımlarla bölmeden çıkıp araç gereç odasında yürüdüm.
”Unuttun gitti, değil mi?” Ben ayaklarımdaki plastik çizmelerden kurtulup babetlerimi giyerken Stevie Rae dengemi sağlamama yardım etmek için kolumu tuttu.
”Hayır,” diye yalan söyledim
Ve o anda, Dolunay Ritüeli’nden sonra yapılacak Karanlık Kızlar Ritüeli’ni unutmuş olduğumu fark ettim.
”Ah, lanet olsun!”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://vampirakademisi.forumdizini.net/
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

İşaret-14.BöLüm :: Yorum

Yorum yok.
 

İşaret-14.BöLüm

Sayfa başına dön 

1 sayfadaki 1 sayfası

 Similar topics

-
» İşaret-6.BöLüm
» İşaret-7.BöLüm
» İşaret-8.BöLüm
» İşaret-9.BöLüm
» İşaret-10.BöLüm

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kan Savascisi :: BİZİM KLÜPLERİMİZ :: GeceEvi Klübü >> bLood wiTch-
Buraya geçin: