İşaret Kitabı 6. Bölüm
Bölüm 6
Güzel, bulutu gör, bulut ortaya çıksın.
Güzel, yağmuru gör, yağmur yaklaşsın…
Eski şarkının sözleri beynimin içine süzülüyordu.Yine rüyamda Büyükanne kızılkuş’u görüyor olmalıydım. Kendimi sıcak, güvende ve mutlu hissediyordum. Son zamanda kendimi ne berbat hissettiğim düşünülünce, bu özellikle iyi geliyordu. Gerçi neden o kadar berbat hissettiğimi de hatırlamıyordum. Hah. Çok tuhaf.
Konuşan kim?
Küçük mısır koçanı
Hani şu sapın en üstünde duran.
Büyükannemin şarkısı sürüp giderken iç geçirerek yana dönüp kıvrılıyordum. Yanağım yumuşacık yastığa sürtünüyordu. Ne yazık ki kafamı kıpırdatınca şakaklarımda kötü bir ağrı hissediyorum. Bu ağrı, tıpkı bir cama denk gelen mermi gibi, beni şaşkına çeviren o son günün hatıralarını canlandırıp mutluluk hissimi paramparça ediyordu.
Bir vampire dönüşmek üzereydim.
Evden kaçmıştım
Bir kaza geçirmiş ve ölüme yakın, tuhaf bir tecrübe yaşamıştım.
Bir vampire dönüşüyordum. Aman Tanrım.
Tanrım, başım ağrıyordu.
“Zoeykuş! Uyanık mısın bebeğim?”
Bulanık gözlerimi kırpıştırınca, yatağımın yanı başında, küçük sandalyede oturan Büyükanne Kızılkuş’u gördüm.
“Büyükanne.” Eline uzandım. Çatlak sesim en az baş ağrım kadar feci durumdaydı.”Neler oldu? Nerdeyim?”
“Güvendesin, Küçük Kuş. Güvendesin.”
“Başım acıyor.” Elimi başıma götürüp sancıyan yerin tam üstüne koydum. Parmak uçlarım bir dizi dikişe denk gelmişti.
“Acıması çok normal. Ömrümden on yıl çaldın.” Büyükannem usul usul elimin üstünü okşuyordu. “Onca kan.” Ürperdi ve başını sallarken gülümsedi.” Böyle bir şeyi bir daha yapmayacağına söz vermeye ne dersin?”
“Söz,” dedim.”Demek beni sen buldun.”
“Kanlar içinde, kendinden geçmiş bir halde, Küçük Kuş.”Büyükannem anlıma düşen saçları geriye itti. armak uçları İşaretimin üstünde bir süre oyalandı.”O kadar solgundun ki koyu renk hilalin teninde parlıyor gibiydi. Gece Evi’ne götürülmen gerektiğini anladığım için, hemen harekete geçtim.” Gözlerinde onu küçük bir kıza döndüren muzip bir ışıltıyla kıkırdadı.”Seni Gece Evi’ne götürmekte olduğumu haber vermek için anneni aramdım ve telefonu yüzüne kapatmak için telefon çekmiyormuş gibi rol yapmak zorunda kaldım. İkimize de çok kızacağından eminim.”
Ben de Büyükanne Kızılkuş’a gülümsedim. Annem ona da çok kızmış olmalıydı.
“Ama Zoey. Gün ışığında orada ne yapıyordun? Ayrıca İşaretlendiğini bana neden daha önce söylemedin?”
Doğrulup oturmaya çalışırken, başımdaki ağrıyla yüzümü buruşturdum. Fakat neyse ki, öksürüğüm geçmişe benziyordu. Sonunda gerçekten buraya, Gece Evi’ne geldiğim için olsa gerek… Fakat zihnim büyükannemin söylediklerini işlemeye başlayınca, bu düşünce kaybolup gitti.
“Sana daha önce söyleyemezdim. İz sürücü bugün okula geldi ve beni İşaretledi. Önce eve gittim. Annemin beni anlayacağını ve benden yana olacağını ummuştum.” Ebeveynlerimle yaşadığım o berbat sahneyi anımsayınca duraksadım. Büyükannem neden bahsettiğimi anlamıştı; elimi sevgiyle sıktı.”O ve John, deli doktorumuzu arayıp, telefon zincirini başlatırken beni odama kapattılar diyebilirim.”
Büyükannem yüzünü buruşturdu.
“Ben de pencereden sıvışıp seni bulmaya geldim.” Diyerek sözlerimi tamamladım.
“Bunu yapmana sevindim, Zoeykuş ama hiç mantıklı gelmiyor.”
“Biliyorum.” Diyerek iç geçirdim. “Ben de İşaretlendiğime inanamıyorum. Neden ben?”
“Benim kastettiğim bu değildi, bebeğim. Beni şaşırtan ne İzinin sürülmesi ne de İşaretlenmen. Kızılkuş kanının sihri her zaman çok güçlü olmuştur; içimizden birinin seçilmesi an meselesiydi. Ben tamamen İşaretlenmiş olmandan bahsediyorum. Yani alnındaki, sadece bir hilalin dış çizgileri değil. Hilalin içi tamamen doldurulmuş.”
“Ama bu imkansız ”
“İstersen kendine bak, u-we-tsi-a-ge-ya.” Büyükannem bana Cherokee dilinde “ kızım” diye hitap etmiş ve bu haliyle bana o eski, gizemli tanrıçayı hatırlatmıştı.
Çantasından, her zaman yanında taşıdığı antika gümüş aynayı bulup çıkardı. Hiçbir şey söylemeden aynayı bana uzattı. Küçük klipsine bastım. Aynanın kapağı “tık” diye açıldı ve aynı anda kendi yansımamı gördüm. Bana tanıdık gelen o yabancıyı… Tam olarak ben olmayan beni.Kocaman gözleri ve fazla beyaz bir teni vardı ama ben bu detayları fark etmemiştim bile. Gözlerimi işaretten ayıramıyordum; şimdi artık içi dolu bir hilale benzeyen, safir renkli vampir dövmesinden. Hala bir rüyada dolaştır gibi hissederek, elimi kaldırdım ve egzotik görünüşlü İşaret’e dokundum. O anda, Tanrıça’nın dudaklarını yeniden tenimde hissettim.
“Bu ne anlama geliyor?” diye sorarken bile gözlerimi aynadaki İşaret’ten ayıramıyordum.
“Bu sorunun cevabını senin verebileceğini umuyorduk, Zoey Kızılkuş.”
Müthiş bir sesi vardı. Daha gözlerimi aynadaki yansımamdan ayırmadan, onun eşsiz ve inanılmaz olduğunu anlamıştım. Haklıydım. Bir film yıldızı ya da Barbie bebek kadar güzeldi. Yakından bu kadar mükemmel görünen birini hiç görmemiştim. İri, badem biçimli gözleri yosun yeşiliydi. Yüzü nerdeyse tam bir kalp biçimindeydi ve teni ancak TV’de görebileceğiniz pürüzsüz kremamsı tenlerdendi. Saçları koyu kırmızıydı. Şu korkunç havuç kırmızısı ya da solup gitmiş sarı-kızı tondan değil; omuzlarına dalga dalga inen parlak kestanemsi koyu bir kızıldan bahsediyorum. Vücudu mükemmeldi. Kendilerince Paris Hilton inceliğine ulaşmak için sürekli kusup kendilerini aç bırakan o bir deri bir kemik ucubelerle hiç alakası yoktu. (Çok sekssi… Ya, evet, ne demezsin, Paris!). Bu kadının vücudunu bu kadar hoş kılan, güçlü duruşu ve kıvrımlı hatlarıydı. Ayrıca harika göğüsleri vardı. (Keşke benim de böyle harika göğüslerim olsaydı.)
“Ha?” dedim. Göğüslerden bahsetmişken, ben de safi göğüsten oluşan salak bir kız gibi davranıyordum.
Kadın inanılmaz düzgün ve beyaz düşlerini –azı dişleri hiç göze batmıyordu.- ortaya çıkartacak şekilde gülümsedi. Ah sanırım, bu kusursuz güzelliği tarif ederken alnındaki safir renkli hilal dövmesinden bahsetmeyi unuttum. Hilalin iki tarafındaki, bana okyanus dalgalarını anımsatan çizgiler kaşlarının üstünden elmacık kemiklerine kadar uzanıyordu.
O bir vampirdi.
“Diyordum ki, henüz Değişim’e uğramamış çaylak bir vampirin nasıl olup da alnında olgun bir varlığın İşaret’ini taşıdığını senin açıklayabileceğini ummuyorduk.”
Yüzündeki gülümseme ve sesindeki nazik ilgi olmasa, bu sözleri bana ters gelebilirdi. Oysa ben bu soruda daha ziyade biraz endişeli ve kafası karışmış birisin gördüm.
“Yeni ben bir vampir değil miyim?” diye kekeledim.
Gülüşü müzik gibiydi.” Henüz değil, Zoey. Ama bana sorarsan İşaret’inin daha şimdiden tamamlanmış olması müthiş bir alamet olmalı.”
“Ah… Ben… Şey… iyi. Bu iyi bir şey.” diye geveledim.
Neyse ki büyükannem araya girerek beni kendimi tamamen küçültmekten kurtardı.
“Zoey, bu bayan Gece Evi’nin Yüksek Rahibesi, Neferet. Sana gerçekten çok iyi baktı, yani sen…” Büyükannem duraksadı, onun baygın kelimsini kullanmamak için özen gösterdiğini fark etmiştim. “Sen uyurken…”
Neferet yumuşacık bir sesle “Gece Evi’ne hoş geldin, Zoey Kızılkuş.”
Önce büyükanneme, sonra tekrar Neferet’e baktım. Kafam biraz karışmıştı. “Bu… bu benim gerçek adım değil,” diye geveledim. “Soyadım Montgomery.”
“Öyle mi?” dedi Neferet kehribar rengi kaşlarını kaldırarak. “Yeni bir hayata başlamanın avantajlarından biri de, her şeye sil baştan başlama şansının olması, daha önceden sahip olmadığın seçme hakkına sahip olmandı. Seçme şansın olsa gerçek adın ne olurdu?”
Hiç tereddüt etmeden “Zoey Kızılkuş.” dedim.
“Bu durumda şu andan itibaren, adın Zoey Kızılkuş olacak. Yeni hayatına hoş geldin.” Elimi sıkmak ister gibi uzanınca, otomatik olarak elimi uzattım. Fakat elimi tutmak yerine, kolumun alt kısmını sıkıca tuttu. Garip ama her nasılsa bana çok hoş gelen bir hareketti.
Dokunuşu ılık ve sıkıydı. Gülümsemesiyle bana “Hoş geldin.” diyordu sanki. Aslına bakarsanız o da bütün vampirler gibi, insan ötesiydi; güçlü, daha akıllı ve daha yetenekli. Birisi göz alıcı iç ışığın düğmesine basmış gibi bir havası vardı; ki bence vampir stereotipleri –ki bazılarının gerçekten doğru olduklarını bizzat biliyorum- düşünüldüğü zaman bu, kelimenin tam anlamıyla ironik bir tasvire çıkıyor. Gün ışığından sakınırlar. Geceleri güçlerinin doruk noktasında olurlar, hayatta kalabilmek için kan içmeleri gerekir (ıyykkk!) ve Gece’nin kişileşmiş hali olarak bilinen Tanrıça’ya taparlar.
“Teşekkürler. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.” Olabildiğince az salak ve normal görünmek için kendimi zorluyordum.
“ Daha önce büyükannene de anlattığım gibi, daha önce bize böyle sıra dışı bir şekilde- bilinci kapalı ve İşaret’i tamamlanmış halde – katılan bir çaylağımız olmamıştı. Sana neler olduğunu hatırlayabiliyor musun, Zoey?”
Her şeyi – yani düştüğümü ve kafamı çarptığımı kendimi havada süzülen bir ruh gibi gördüğümü, mağaranın içine doğru tuhaf bir şekilde gözle görülür kelimelerin peşinden gittiğimi ve Tanrıça Nyx ile tanıştığımı – olduğu gibi hatırladığımı söylemek üzere ağzımı açtım. Ama daha ilk kelime dudaklarımdan dökülmeden, sanki birisi mideme bir yumruk indirmiş gibi, tuhaf bir hisse kapıldım. Bu bariz çenemi kapatma işaretiydi.
“ Ben… Aslında çok fazla bir şey hatırlamıyorum,” diye geveledim ve sustum. Elim başımdaki dikişlere uzandı. “En azından kafamı vurduktan sonra neler olduğunu hatırlamıyorum. Yani demek istediğim, o ana kadar her şeyi hatırlıyorum. İz Sürücü beni İşaretledi. Bunu anne ve babama anlattım ve bu yüzden onlarla acayip bir kavga ettim. Ardından, büyükannemin yerine kaçtım. Çok hastaydım, bu yüzden uçurumun dik kayalıklarına tırmanırken…” Geri kalanları da hatırlıyordum; Cherokee insanlarının ruhlarını, dansları, kamp ateşini. Fakat içimdeki o his, Kes sesini!, diye haykırıyordu. “ Sanırım çok kötü öksürdüğüm için olsa gerek, ayağım kaydı ve yere kafamı vurdum. Sonrasında ilk hatırladığım şey, büyükannemin şarkı söyleyen sesi ve burada uyanmam.” Sözlerimi aceleyle tamamlamıştım. Onun yemyeşil gözlerindeki keskin bakışlarından kaçmak istiyordum ama bana susmamı söyleyen o his, onunla göz temasını korumam ve hiçbir şey saklamıyormuşum gibi görünmem gerektiğini de söylüyordu. Gerçi neden bir şeyler saklamam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu.
Büyükannem son derece rahat bir tavırla “ Kafanı vurduğun için hafıza kaybı yaşıyor olman çok normal,” dedi.
Onu öpebilirdim.
“ Evet, tabi, öyle,” dedi Neferet hızla. İfadesi, keskinliğini kaybetmeye başlamıştı. “Sylvia Kızılkuş, torununuzun sağlığı için endişelenmeyin. Tamamen iyileşecek.”
Büyükannemle büyük bir saygıyla konuştuğunu görünce, içimdeki gerilim büyük ölçüde dağıldı. Büyükanne Kızılkuş’tan hoşlanıyorsa iyi biri olmalıydı. Ya da iyi bir vampir. Ya da her neyse işte. Öyle değil mi?
“ Vampirler hakkında zaten bilgi sahibi olduğunuzdan eminim,” dedi Neferet bana gülümseyerek. “ Çaylak vampirlerin bile müthiş bir iyileşme gücü vardır. İyileşmesi o kadar hızlı ilerliyor ki, revirden ayrılmaması için bir neden yok.” Bakışlarını büyükannemden bana çevirdi. “Zoey, yeni oda arkadaşınla tanışmaya ne dersin?”
Hayır. Güçlükle yutkunarak başımı salladım “ Evet.”
“Harika!” dedi Neferet. Şükürler olsun ki karşısında gülümseyen, aptal bir bahçe cücesi gibi duruyor olduğum gerçeğini görmezden gelmişti.
“ Onu bir gün daha gözlem altında tutmanızın iyi olmayacağından emin misiniz?” Soru büyükannemden gelmişti.
“ Endişenizi anlıyorum. Fakat sizi temin ederim ki Zoey’nin fiziksel yaraları, sizinde olağanüstü olarak değerlendireceğiniz bir hızla iyileşiyor.”
Bir kez daha bana bakarak gülümsedi. Hissettiğim korku ve gerilime rağmen ben de ona gülümsedim. Orada olmamdan ciddi bir memnuniyet duyar gibi bir hali vardı. Ayrıca, dürüst olmam gerekirse, bana bir vampire dönüşmenin o kadar da kötü olmadığını düşündürüyordu.
“ Büyükanne, ben iyiyim. Gerçekten. Başım biraz acıyor ama geri kalan her yerim çok daha iyi.” Konuşurken söylediklerimin doğru olduğunu fark etmiştim. Öksürüğüm tamamen geçmişti. Kaslarım hiç acımıyordu. Biraz baş ağrısı dışında tamamen normal hissediyordum.
Sonra Neferet beni sadece şaşırtmakla kalmayacak, aynı zamanda onu sevmeme ve güvenmeme neden olacak bir şey yaptı. Büyükannemin yanına gitti ve büyük bir dikkatle, ağır ağır “ Sylvia Kızılkuş,” dedi.” Size torununuzun burada güvende olacağına bütün kalbimle yemin ederim. Her çömez, yetişkin bir eğitmenle eşleştirilir. Sizi yeminim konusunda temin etmek için Zoey’nin eğitmenliğini ben üstleneceğim. Şimdi artık onu benim ilgime teslim etmelisiniz.”
Neferet yumruğunu kalbinin üstüne yerleştirip, resmi bir tavırlı büyükannemin önünde eğildi. Büyükannem ona cevap vermeden önce kısa bir tereddüt yaşadı.
“Yemininize güveniyorum, Nyx’nin Yüksek Rahibesi Neferet.”Sonra oda yumruğunu göğsüne bastırarak, Neferet‘in hareketlerini taklit etti. Ardından bana döndü ve beni sımsıkı kucakladı. “Bana ihtiyacın olursa, çağırman yeterli Zoeykuş. Seni seviyorum.”
“Çağırırım büyükanne. Ben de seni seviyorum. Ve beni buraya kadar getirdiğin için teşekkür ederim.” Büyükannemin o tanıdık lavanta kokusunu içime çekerken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Beni yanağımdan öptü ve her zaman ki hızlı ve kendinden emin adımlarıyla kapıdan çıkıp giti. Hayatımda ilk defa bir vampirle baş başa kalıyordum.
“Eee, Zoey, yeni hayatına başlamaya hazır mısın?”
Ona bakarken ne kadar müthiş göründüğünü düşündüm. Gerçekten bir vampir olarak Değişirsem, onun özgüvenine ve gücüne ben de sahip olur muydum? Yoksa bu sadece Yüksek Rahibe’ye özgü bir şey miydi? Bir an için aklımdan Yüksek Rahibe olmanın ne muhteşem bir şey olacağı geçti. Ve hemen sonra yeniden aklımı topladım. Ben sadece bir çocuktum. Aklı karışmış ve kesinlikle Yüksek Rahibe hamuruna sahip olmayan bir çocuk. Ben sadece buraya uyum sağlamanın bir yolunu bulmak istiyordum ama Neferet’in, yaşadıklarımı olduğundan daha kolay göstermeyi başardığı kesindi.
“Evet,” dedim. “Hazırım.” Sesimin, aslında hissettiğimden daha özgüvenli çıkmasına memnun olmuştum.