İşaret Kitabı 8. Bölüm
Bölüm 8
Gece Evi’nin yatakhanelerinin olduğu kısım kampüsün diğer ucundaydı.Uzun bir yürüyüş yaptık.Neferet bana soru sormam ve aval aval çevreme bakınmam için zaman bırakmak istercesine ağır ağır yürüyordu.gerçi benim için sakıncası yoktu.Şatoyu andıran binların arasında ilerlerken Neferet’in neyin ne olduğu konusunda verdiği bilgiler sayesinde, bu yerler ilgili fikir sahibi oluyordum.Bu, tuhaf-ama iyi anlamda-bir duyguydu.Kulağa garip gelebilir ama kendimi yeniden kendim gibi hissetmeye başlıyordum.Artık öksürmüyordum.Vücudum ağrımıyordu.Hatta başımdaki sızı bile geçmişti.Kesinlikle ve hiçbir şekilde, kaza eseri şahit olduğum o sahneyi düşünmüyordum.Bilerek ve isteyerek unutuyordum.Başıma yeni bir hayat ve tuhaf bir İşaret’ten başka bela açmak istemiyordum.Bu yüzden, oral seks hikayesi unutulup gidecekti.
Müthiş bir inkar içinde, gecenin kör bir saatinde, yanımda bir vampirle okul kampüsünde dolaşıyor olmasam, dünkü ben olduğumu bile iddia edebilirdim.Yani neredeyse.
Şey, pekala.Neredeyse kelimesi doğru bir tercih olmadı belki ama başım gerçekten çok daha iyi durumdaydı ve Neferet kızlar yatakhanesinin kapısını açarken, yeni oda arkadaşımla tanışmaya hazırdım.
İçeride beni bir sürpriz bekliyordu.Ne beklediğimden emin değildim; belki de tmamen siyahlar içinde, ürkütücü bir ortam beklemiştim.Fakat içerisi mavinin yumuak bir tonu ve kehribar sarısı ve pastel renkli M&M’lerin serpiştirildiği hissini uyandıran büyük minderlerle döşenmişti.Sayısız antika kristal lambadan süzülen yumuşacık gaz lambası ışığı, odaya bir prenses şatosu havası vermişti.Krem renkli duvarlar, her birini egzotik ve güçlü görünüşlü kadınların süslediği büyük tablolarla doluydu.Üzerleri kitaplar, çantalar ve sıradan genç kız ıvır zıvırlarıyladolu sehpalara, taze çiçek-çoğunlukla gül-vazoları yerleştirilmişti.Düz ekran TV’ler gördüm.Hatta bir tanesinden MTV’nin Gerçek Dünya’sının sesi yükseliyordu.Bir taraftan biz içeri girer girmez konuşmalarına ara verip gözlerini bana diken kızlara gülümsemeye ve sıcakkanlı görünmeye uğraşırken, bir taraftan da bütün bunları bir çırpıda zihnime kaydediyordum.Aslında, gözlerini diktikleri ben değildim; alnımdaki İşaret’ti.
”Bayanlar, sizi Zoey Kızılkuş’la tanıştırayım.Ona merhaba ve hoş geldin deyin.”
Bir an için hiç kimsenin hiçbir şey söylemeyeceğini sandım ve yeni çocuk zilliyetinden ölmek istedim.Sonra televizyonlardan birinin çevresine toplanmış olan grubun içinden bir kız ayaklandı.Ufak tefek ve sarışın bir kızdı ve neredeyse mükemmel birfiziği vardı.Aslına bakarsanız Sarah Jessica Parker’ın genç versiyonu gibiydi, (ki ben S:J:P’yi hiç sevmem, bana çok…ne bileyim, çok rahatsız edici ve doğal olmayacak kadar neşeli geliyor.)
”Merhaba, Zoey.Yeni evine hoş geldin.”Yüzündeki S:J:P:benzeri gülümseme, içten ve sıcaktı ve gözlerini İşaret’ime dikmek yerine benimle göz teması kurmak için çaba harcadığı belliydi.O anda, onu tatsız bir benzetmenin bir parçası yaptığım için pişman oldum.”Adım Afrodit,”dedi.
Afrodit mi?Pekala, belki de benzetmem o kadar da yersiz değildi.Hangi normal insan kendine isim olarak Afrodit’i seçerdi ki?Yine de, yüzüme bir gülümseme yapıştırıp büyük bir neşeyle”Merhaba, Afrodit!”dedim.
”Neferet, Zoey’e odasını göstermemi ister misin?”
Neferet tereddüt ediyordu.Bu bana biraz tuhaf geldi.Hemen cevap vermek yerine, olduğu yerde durup gözlerini Afrodit’in gözlerine dikti.Sonra, yüzünde en az bu ani bakışma kadar keskin bir gülümseme belirdi.
”Teşekkürler, Afrodit, çok iyi olur.Ben Zoey’nin eğitmeniyim ama sanırım odasını yaşıtının göstermesi ona daha iyi gelecektir.”
Afridit’in gözlerinde beliren pırıltı öfke miydi acaba?Hayır, hayal görüyor olmalıydım.Ya da belki de iç sesim bana aksini söylemese, hayal gördüğüme inanabilirdim.Gerçi bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamam için yeni önsezimin yardımına ihtiyacım yoktu.Afridt bir kahkaha attı.Ve ben bu sesi daha önce de duymuştum.
Bu kızın-yani Afrodit’in-koridordaki o çocukla birlikte gördüğüm kız olduğunu anladığım anda, mideme bir yumruk yemiş gibi oldum.
Afrodit’in gülüşünün ardından fazla neşeli bir ”Ona çevreyi gezdirmekten elbette keyif duyacağım,”cümlesi geldi.”Bilirsin, Neferet, sana yardım etmek beni her zaman mutlu eder.”Sesi, en az Pamela Anderson’un abartılı göğüsleri kadar sahte ve soğuktu.Neferet ona başını sallamakla yetindikten sonra bana döndü.
”Şimdi senden ayrılıyorum, Zoey,”dedi omzumu sıkarak.”Afrodit seni odana götürecek.Yeni oda arkadaşın yemeğe hazırlanmana yardım edecektir.Yemek salonunda görüşürüz.”Sıcak ve annevari bir gülümsemeyle bana bakıyordu.Ona bir çocuk gibi sımsıkı sarılmak ve beni Afrodit’le yalnız bırakmaması için yalvarmak istiyordum.Aklımdan geçenleri okumuş gibi, ”Her şey yolunda gidecek,”dedi.”Sesi büyükanneminkine o kadar çok benziyordu ki ağlamamak için gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım.Neferet, Afrodit ve diğer kızlara veda ettikten sonra, yatakhaneden ayrıldı.
Kapı sessizce kapandı.Ah, lanet olsun…Ben evime gitmek istiyorum.
”Haydi, Zoey.Odalar bu tarafta.”Afrodit beni sağ tarafımızda kalan geniş merdivenlere doğru harekete geçirdi.Merdivenleri çıkarken, arkamızda bıraktığımız mırıltıları yok saymaya çalışıyordum.
İkimiz de konuşmuyorduk.Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki çığlık atmak istiyordum.Acaba koridorda o da beni görmüş müydü?Tabii ki ben bundan asla bahsetmeyecektim.Asla!Bana göre, böyle birşey hiç yaşanmamıştı.
Gırtlağımı temizledim ve ”Yatakhane hoş bir yere benziyor,”dedim.”yani gerçekten çok sevimli.”
Yan gözle bana baktı.”Bence sevimli yetersiz sözler.Burası gerçekten müthiş bir yer.”
”Ah,”dedim.”Bunu duyduğuma sevindim.”
Güldü.Çıkrdığı nahoş ses-alaycı bir gülüştü-tıpkı ilk duyduğumda olduğu gibi, tüylerimi diken diken etmişti.
”Burayı müthiş kılan şeylerin başında ben geliyorum.”
Şaka yapıyor olmalı, diye düşünerek ona baktım ve buz gibi mavi gözleriyle karşılaştım.
”Evet, doğru duydun.Burası harika bir yer, çünkü ben harikayım.”
Ah.Tanrım Bir insanın böyle bir şey söyleyebilmesi gerçekten garipti.Bu bilgi kırıntısına nasıl tepki vermem gerektiği konusunda hiç bir fikrim yoktu.Yani, yaşadığım hayar/tür okul değişimin yanında, Bayan Kendini Bir Halt Sanan’la kavga stresine girmeli miydim?Ayrıca, koridorda onları seyredenin ben olduğumun farkında olup olmadığını da bilmiyordum.
Pekala…Tek istediğim buraya uyum sağlamanın bir yolunu bulmaktı.Bu yeni okulu evim olarak görebilmek istiyordum.Bu yüzden, güvenli yolu seçmeye ve çenemi kapalı tutmaya karar verdim.
İkimiz de konuşmuyorduk.Merdivenler, sağlı sollu kapıların sıralandığı büyük hole çıkıyordu.Afrodit çok hoş, açık mor renge boyanmış bir kapının önünde durunca nefesimi tuttum.Fakat kapıyı çalmak yerine bana döndü.Kusursuz yüzünde nefret dolu, soğuk ve kesinlikle hiç de hoş olmayan bir ifade belirmişti.
”Pekala seninle bir anlaşma yapalım, Zoey.Şu garip İşaret’in yüzünden herkes seni konuşuyor ve özelliğinin ne olduğunu merak ediyor.”Gözlerini çevirdi ve elini boynundaki inci kolyenin üstüne koyarak dramatik ve abartılı bir sesle”Ah…Şu yeni kızın içi boyalı İşaret’i var,”dedi.”Ne olabilir ki?Özel biri mi yoksa?Müthiş güçleri mi var?Ah,Tanrım.Ah,Tanrım…”Elini indirdi ve gözlerini kısarak baktı.Sesi de en az bakışları kadar kötü ve sevimsizdi.”Sana şu kadarını söyleyeyim.Buranın ası benim.İşler benim istediğim şekilde yürür.Burada kendine bir yer edinmek istiyorsan, bu sözlerimi hiç aklından çıkarmazsın.Yok, eğer çıkaracak olursan, kendini bir bok çukurunda bulursun.”
Pekala, artık beni sinirlendirmeye başlıyordu.”Bak,”dedim.
”Buraya daha yeni geldim.Bela peşinde değilim ve insanların İşaret’imle ilgili düşüncelerini ben şekillendiremem.”
Gözleri iyice kısılmıştı.Ah, lanet olsun.Bu kızla ciddi ciddi kavga mı edecektim yani?Hayatım boyunca hiç kavga etmemiştim.Midem düğüm düğümdü.Dayak yememek için kaçmaya-ya da her neyse işte-hazırlandım.
Fakat yüzü bir anda gevşeyiverdi.Yine o tatlı, küçük sarışına dönüşüverdi(Tabii ki beni kandıramazdı).
”İyi.Birbirimizi anladığımız sürece mesele yok.”
Ha?Benim tek anladığım ilaçlarını almayı unuttuğuydu.
Afrodit bana herhangi bir şey söyleyecek zaman bırakmadan,son-ve tuhaf sayılabilecek kadar sıcak-bir gülümsemeyle kapıyı çaldı.
Okie aksanlı, cıvıl cıvıl bir ses”İçeri gelin,”diye seslenince Afrodit kapıyı açtı.
”Selam, kızlar.Ah, Tanrım…Gelsenize…”Yeni ve yine sarışın oda arkadaşım, kasırga gibi, son hızla kapıya doğru hamle yapmıştı.Fakat Afrodit’i gördüğü anda, yüzündeki gülümseme kayboldu.Ve olduğu yerde durdu.
”Yeni oda arkadaşını getirdim.”Afrodit’in seçtiği sözcüklede teknik anlamda bir hata yoktu.Fakat yapay bir Oklahoma aksanı takınmıştı.”Stevie Rae Johnson.Seni Zoey Kızılkuş’la tanıştırayım.Zoey Kızılkuş, bu da Stevie Rae Johnson.Üçümüz bir mısır koçanının üstündeki üç küçük mısır tanesi gibi hoş ve sevimliyiz, değil mi?”
Stevie Rae’ye baktım.Bir tavşan yavrusu gibi ürkek gözlerle bakıyordu.
Aceleyle ”Bana odamı gösterdiğin için teşekkür ederim, Afrodit,”dedim.Bir taraftan da ona doğru yürümeye başlamıştım.Böylece otomatik olarak geri geri gitmesine ve hole çıkmasına neden olmuştum.”Sonra görüşürüz.”Yüzündeki şaşkınlık yerini öfkeye bırakırken, kapıyı kapattım.Ardından, hala biraz solgun görünen Stevie Rae’ye döndüm.
”Bu kızın nesi var?”diye sordum.
”O…O…”
Onu hiç tanımama rağmen, Stevie Rae’nin bana gerçeğin ne kadarını söylemesi gerektiği konusunda kararsın kaldığını anlamıştım.Bu yüzden ona yardımcı olmaya karar verdim.Ne de olsa oda arkadaşı olacaktık.”O bir kaltak,”dedim.
Stevie Rae gözlerini iri iri açtı.Sonra kırkıdayarak ”Çok hoş biri olmadığı kesin,”dedi.
”Bence ilaç desteğine ihtiyacı olduğu kesin,”diye ekledim.Son sözlerim onu iyice keyiflendirmişti.
Gülümeyerek ”Sanırım seninle çok iyi anlaşacağız, Zoey Kızılkuş,”dedi.”Yeni evine hoş geldin.”Yana çekildi ve sanki beni bir saraya buyur etmek üzereymiş gibi eliyle odayı işaret etti.
Çevreme bakınırken gözlerimi kırpıştırdım.Hem de birkaç kez.Gördüğüm ilk şey iki karyoladan birinin başucuna asılmış, gerçek boyutlu Kenny Chesney posteri ve komodinlerden birinin üstünde duran kovboy şapkası oldu.Komodinin üstünde, şapkanın yanı sıra, ayağı kovboy çizmesi biçiminde olan eski moda bir gaz lambası duruyordu.Ah-ha!Stevie Rae kelimenin tam anlamıyla bir Okie idi!
Sonra beni sımsıkı kucaklayarak bir kez daha şaşırttı.Yuvarlak, gülümseyen yüzü, kısa, dalgalı saçlarıyla şirin bir köpek yavrusunu çağrıştırıyordu.”Zoey, kendini daha iyi hissetmene sevindim.Yaralandığını duyunca çok endişelenmiştim.Nihayet gelebilmene çok memnun oldum.”
”Teşekkürler.”Gözlerim, bundan böyle benim de odam olacak olan odanın içinde dolaşmaya devam ediyordu.Çok tuhaf hissediyordum.Bir kez daha ağlamaklı olmuştum.
”Biraz ürkütücü, değil mi?” Stevie Rae beni, nemli, ciddi bakışlı, iri mavi gözleriyle seyrediyordu.Sesimin nasıl çıkacağına güvenemediğim için başımı sallamakla yetindim.
”Biliyorum.Ben ilk gece sabaha kadar ağlamıştım.”
Gözyaşlarımı bastırmaya çalışarak”Ne zamandır buradasın?”diye sordum.
”Üç ay oldu.Ve bana bir oda arkadaşımın olacağını söyledikleri zaman ne kadar sevindiğimi anlatamam.”
”Geleceğimi biliyor muydun?”
Heyecanla başını salladı.”Ah, evet!Neferet dünden bir önceki gün, İz Sürücü’nün seni gözüne kestirdiğini ve İşaretlemek üzere olduğunu söyledi.Dün gelirsin sanıyordum ama sonra kaza geçirdiğini ve kliniğe geldiğini duydum.Ne oldu?”
Omuz silkerek”Büyükannemi arıyordum ve düşüp kafamı çarptım,”dedim.Çnemi tutmamı söyleyen o iç sesi artık duyamıyordum ama Stevie Rae’ye ne kadarını söylemem gerektiğini henüz kestirememiştim.Neyse ki oda arkadaşım anladığını göstermek ister gibi başını sallamakla yetindi ve kazayla ilgili daha fazla soru sormadı.Tuhaf bir şekilde içi boyalı İşaretim’den de hiç bahsetmedi.
”İşaretlendiğin zaman annen ve baban dehşete düştüler mi?”
”Hem de nasıl.Ya seninkiler?”
”Aslında annem sevindi bile denebilir.Beni Henrietta’dan ayıracak her şeyin iyi olduğuna inanıyordu.”
”Oklahoma, Henrietta mı?”Benimle alakası olmayan bir konuya kaydığımıza sevinmiştim.
”Ne yazık ki evet.”
Stevie Rae, Kenny Chesney posterinin altındaki yatağa oturdu ve bana diğer yatağı işaret etti.Ben de oturdum ve evdeki pembe-yeşil Ralph Lauren yorganımın üstünde olduğumu fark edince müthiş sevindim.Meşe komodine gözlerimi kırpıştırarak baktım.Üzerinde sinir bozucu, çirkin çalarsaatim, lenslerden sıkıldığım zaman taktığım inek gözlüklerim ve büyükannemle geçen yaz çektirdiğimiz bir fotoğraf duruyordu.Odanın bana ayrılan bölümünde duran bilgisayarın arkasındaki raflarda, en sevdiğim başka kitaplarla birlikte(ki içlerinde Stoker’ın Drakula’sının olması ironikti)Dedikoducu kız ve Köpükler adlı dizi kitaplarım, birkaç CD, dizüstü bilgisayarım ve -Aman Tanrım!-Sevimli Canavarla figürlerim duruyordu.Utanç verici bir durumdu.Sırt çantamda yatağımın yanında, yerde duruyordu.
”Büyükannen eşyalarını buraya kadar getirdi.Gerçekten çok tatlı bir kadın,”dedi Stevie Rae.
”Tatlıdan da ötedir.Bu eşyaları alabilmek için annemle ve onun aptal kocasıyla yüzleşme cesaretini gözterecek kadar da cesurdur.Annemin nasıl bir yaygara kopardığını hayal edebiliyorum.”İç geçirerek başımı salladım.
”Evet, sanırım ben şanslıyım.En azından annem bu meseleyi serinkanlılıkla karşıladı.”Stevie Rae alnındaki içi boş hilali işaret ediyordu.”Babamın, ”Biricik bebeği”olmam yüzünden yaşadığı şoku saymazsak eğer.”Omuz silkerken kıkırdadı.”Üç erkek kardeşim bunun müthiş bir şey olduğunu düşündüler ve onlara çıtır vampirler ayarlayıp ayarlayamayacağımı sordular.”Gözlerini çevirdi.”Ah şu aptal erkekler.”
Ben de ”Ah şu aptal erkekler,”dedim ve gülümsedim.Erkeklerin aptal olduğunu düşünüyorsa, anlaşmamız için hiçbir neden yok demekti.
”Artık büyük kısmına alıştım.Yani dersler tuhaf olabilir ama benim hoşuma gidiyor.Hele Tekvando dersi…Sanırım birilerinin kıçını tekmelemekten zevk alıyorum.”Sarışın bir yer cücesi gibi muzip bir tavırla sırıtıyordu.”Başlangıçta beni şok eden formaları seviyorum.Yani ne bileyim işte, okul forması denen şey sevilir mi?Bit şeyler ekleyip, formalarımızı bize özel hale getirebiliyoruz, böylece tekdüze, sıkıcı kıyafetler olmaktan çıkıyorlar.Ayrıca burada ciddi anlamda hoş çocuklar var.Her ne kadar erkekler aptal olsalar da…”Gözleri parlıyordu.”En çok o sıkıcı Henrietta’dan çıktığıma sevindiğim için başka şeyleri kafaya takmıyorum.Gerçi Tulsa çok büyük olduğu için biraz ürkütücü gelmiyor da değil.”
İçgüdüsel olarak ”Tulsa ürkütücü değildir,”dedim.Büyükannemin ”keşif turu” adını verdiği gezintilerimiz sayesinde, Kırık Ok banliyösünde yaşayan pek çok çouğun aksine. Tulsa’yı iyi bilirdim.”sadece ne tarafa gitmen gerektiğini bilmen gerekiyor.Şehir Merkezi’nde Brady Caddesi’nde kendi takılarını yapabilceğin bir boncuk dükkanı var.Hemen yanında, şehrin en iyi tatlılarını yapan ”Lola Çiftlikte”yi bulabilirsin.Cerry Caddesi de çok güzeldir.Oraya çok uzak sayılmayız.Aslına bakarsan Philbrook Müzesi’yle Utica Meydanı’nın hemen yakınındayız.Orada müthiş dükkanlar vardır ve…”
Birden saçmaladığımı farkettim.Vampir çocuklar, normal çocuklarla kaynaşabilirler miydi ki?Hafızamı yokladım.Hayır.Philbrook, Gap, Banan Republic ya da Starbucks’ta, alnında hilal dövmesi taşıyan kimseyi görmemiştim.Ayrıca onlara sinemlarda da rastlamamıştım.Lanet olsun!Bugüne kadar hiç vampir çocuk görmemiştim.YAni bizi dört sene boyunca buraya mı kilitleyeceklerdi?Nefesimin kesildiğini ve biraz klostrofobik hissetmeye başladığımı fark edince ”Buradan çıkabiliyor muyuz?”diye sordum.
”Evet ama uymak zorunda olduğumuz bazı kurallar var.”
”Kurallar mı?Ne gibi mesela?”
”Mesela okul formanın hiçbir parçasını dışarı giyemezsin.”Birden durdu.”Tanrım…Forma deyince aklıma geldi.Acele etmeliyiz.Yemeğe sadece birkaç dakika kaldı ve senin üstünü değiştirmen gerekiyor.”telaşla ayağa fırladı ve benim tarafımda duran dolabı karıştırmaya başladı.Bir taraftan da bana laf yetiştirmeye devam ediyordu.”Neferet dün gece bazı kıyafetler getirtti.Üzerine olmazlarsa diye endişelenme.Nasıl başardıklarını bilmiyorum ama daha bizi görmeden ölçülerimiz hakkında fikir sahibi oluyorlar.Yatişkin vampirlerin gereğinden çok şey bilmeleri ürkütücü bir şey.Neyse, korkma.Formalarımızın tahmin edeceğin kadar berbat şeyler olmadığını söylerken, ciddiydim.Benim gibi sen de istediğin eklemeleri yapabilirsin.”
Ona baktım.Yani demek istediğim ona gerçekten baktım.ÜZerinde son derece sade, Roper marka bir kot pantolon vardı.Hani şu çiftlik çicukarının giydikleri tarzda, çok dar ve arka cepleri olmayan pantolonları bilirsiniz.Dürüst olmam gerekirse, bu kadar dar ve cepsiz pantolonların güzel olabileceğini nasıl düşünebildiklerine bir türlü aklım ermiyor.Stevie Rae incecik bir kızdı ama pantolon onun poposunu bile kocaman göstermeyi başarmıştı.Daha ayaklarına bakma fırsatı bulamadan, kovboy çizmesi giydiğini tahmin etmiştim.Ayaklarına bakınca iç geçirdim.Evet.Kahverengi deriden, düz topuklu, ucu sivri kovboy çizmeleri giymişti.Abercrombie’nin bizi sürtük işi olmadığına inandımaya çalıştığı, abartılı fiyatlı iç gösteren bluzlara karşılık, Saks ya da Neiman Marcus’da satılan tarzda pahalı görünümlü, siyah uzun kollu penye tişörtünü kot pantolonunun içine sokmuştu.Dönüp bana bakıtğı zaman kulaklarındaki çifter deliğe, küçük gümüş küpeler takmış olduğunu gördüm.Bana tek eliyle kendi üstündekine benzeyen syah bir bluz uzatırken, diğer eliyle de bir kazak çekip çıkardı.Her ne kadar ”kovboy” tarzını kendime pek yakıştırmasam da onun bu çiftlik tarzıyla şıklığı birleştiren halinin şirin olduğunu düşündüm.
”Al bakalım!Kot pantolonunun üstüne şunları geçirdiğin zaman hazır olacağız.”
Kovboy çizmesi biçimindeki abajurdan yayılan ışık bana uzattığı kazağın göğüs kısmındaki bir gümüş renkli işlemeye denk gelmişti.ayağa kalkıp kazak ve tişörtü aldım.Önünde ne olduğunu görmek için kazağı iki elimle tutup havaya kaldırdım.Tam kalbinin üstüne denk gelecek yerine, gümüş iplikle küçük bir helezon motif işlenmişti.
”Bu bizim işaretimiz,”dedi Stevie Rae.
”İşaretimiz?”
”Evet.Her sınıfın-ki burada üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı sınıf olarak ayrılıyor-kendine ait bir işareti var.Biz üçüncü sınıfız ve bizim işaretimiz Tanrıça Nyx’in gümüş labirentini temsil ediyor.”
”Ne anlama geliyor?”Parmağımı gümüş halkaların üstünde gezdirirken kendi kendime konuşur gibi hissediyordum.
”Işık Yolu’nda yürümeye başladığımız ilk adımlarıtemsil ediyor.Ayrıca Tanrıça’nın tarzını ve hayatımızdaki yeni olasılıkları öğrenmeye başlamamızı.”
Sesi o kadar ciddileşmiti ki kafamı kaldırıp ona bakmak ihtiyacı duydum.Utangaç bir tavırla gülümserken omuz silkti.”Vampir Sosyolojisi 101 dersinde ilk öğreneceğin şeylerden biri bu.O dersi Neferet veriyor.Dövüş horozlarının yuvası Henrietta Lisesi’nde gördüğüm derslerle hiç alakası olmadığını söyleyebilirim.Iykk…Dövüş horozları…Tanrı aşkına, böyle bir maskot olur mu?”Başını salladı ve ben kahkahayla gülerken gözlerini çevirdi.”Her neyse, duyduğuma göre senin eğitmenin Neferet’miş.Çok şasnlısın.Genelde, yeni çocukları almaz.Ayrıca, Yüksek Rahibe olamsı bir yana, buradaki en müthiş öğretmenlerden biridir.”
Benim sadece şasnlı olmakla kalmadığımdan, içi dolu, tuhaf İşaretimle”özel”olduğumdan bahsetmemişti.
”Stevie Rae.Neden bana İşaretimle ilgili herhangi bir soru sormuyorsun?Yani aslında beni soru bombardımanına tutmamanı takdir ediyorum ama buraya gelirken karşılaştığım hiç kimse gözünü İşaretimden alamadı.Afrodit, başbaşa kaldığımız ilk anda İşaretimden bahsetmeye başladı.Ama sen ona doğru dürüst bakmadın bile.Neden?”
Stevie Rae omuz silkmeden önce, alnımdaki İşaret’e şöyle bir baktı ve hemen sonra gözlerini gözlerime çevirdi.”sen benim oda arkadaşımsın.Kendini hazır hissettiğin zaman neden böyle bir İşaret taşıdığını anlatırsın diye düşündüm.Henrietta gibi küçük bir kasabada yaşadığın zaman, birisinin dostun olarak kalmasını istiyorsan, yapılacak en doğru şeyin sadece kendi işine bakmak olduğunu öğreniyorsun.Dört sene boyunca aynı odayı paylaşacağız…”Kısa bir an durdu.Oda arkadaşlığımızın ancak her ikimizin de Değişim’i sapasağlam atlatmamız halinde uzun süreli olacağını düşündüyse de yüksek sesle söylemedi.Yutkundu ve telaşla ekledi:”Uzun lafın kısası, ikimizin arkadaş olmamızı çok isterim.”
Gülümsedim.O kadar genç ve umut doluydu ki.Ve bir o kadar da hoş ve normal…Hayalimde canlandırdığım vampir çocuklara hiç benzemiyordu.İçimde bir umut kıpırtısı hissettim.Belki de buraya uyum sağlamanın bir yolunu bulabilecektim.”Ben de arkadaş olmak isterim.”
”Harika!”Yemin ederim, yine o şirin köpek yavrusuna dönüşmüştü.”Haydi ama.Acele etmen gerek.Geç kalmak istemeyiz.”
Bana iki dolabın arasında kalan kapıyı işaret ettikten sonra kendisi bilgisayar masasının üstünde duran aynanın karşısına geçip saçlarını fırçalamaya başladı.Kapıdan içeri girince kendimi küçük bir banyoda buldum.Üzerimdeki Kırık Ok Kaplanları tişörtümü çıkarıp önce penye bluzu, üzerine de çok ince mor ipliklerle renklendirilmiş siyah kazağı giydim.Tam yüzüme ve saçlarıma çekidüzen vermek için sırt çantamı almaya gidecekken lavabonun üstündeki aynada kendimi gördüm.Yüzüm hala bembeyazdı ama o ürkütücü ve sağlıksız solgunluğumdan eser kalmamıştı.Saçlarım karmakarışık haldeydi.Sol şakağımın tam üstünde dikişlerimin belli belirsiz izi duruyordu.Fakat dikkatimi asıl çeken saifr renkli İşaret olmuştu.Egzotik güzelliğinden büyülenmiş halde İşaret’ime bakarken, banyonun ışığı, kalbimin üstündeki gümüş labirente isabet edince, dikkatim o yana kaydı.Bu iki sembolün, her ne kadar biçim ve renk olarak çok farklı olsalar da, bir şekilde birbirlerine çok uyduklarını düşündüm.
Peki ya ben?Ben bu sembollere uygun muydum?Ve bu tuhaf ve yeni dünyaya?
Gözlerimi sımsıkı yumdum ve akşam yemeğinde yiyeceğimiz şeylerin (Ah , Tanrım, lütfen kan içmek falan olmasın)gergin midemle uyum sağlayabilmesi için dua ettim.
Kendi kendime ”Ah,hayır,”diye fısıldadım.”Bendeki bu şasnla sıkı bir ishal vakasının beni beklediğinden hiç şüphem yok.”