Kan Savascisi
Sitemize Hoş Geldiniz.
Umarım Eğlenirsiniz.
İYİ EĞLENCELER...


ÜYE OL!
Kan Savascisi
Sitemize Hoş Geldiniz.
Umarım Eğlenirsiniz.
İYİ EĞLENCELER...


ÜYE OL!
Kan Savascisi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Kan Savascisi

SİTEMİZE HOŞGELDİNİZ..
 
AnasayfaKapıGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapİşaret - 1.BöLüm.. Adsz12pİşaret - 1.BöLüm.. Adsz2lb
Sitemize Hoş Geldiniz. İsteyen Herkes Sitemizde Hikayesini Paylaşabilir, Dosya Aktarımında Bulunabilir... İYİ EĞLENCELER. =) HOŞ GELDİN atesLeDanS

 

 İşaret - 1.BöLüm..

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
bLood wiTch
Gece Evi Grup Möderatörü
Gece Evi Grup Möderatörü
bLood wiTch


Mesaj Sayısı : 339
Kayıt tarihi : 05/09/10
Yaş : 29
Nerden : Evimden xD

İşaret - 1.BöLüm.. Empty
121010
Mesajİşaret - 1.BöLüm..

İşaret Kitabı 1. Bölüm

Bölüm 1

Tam, günümün bundan daha kötüye gidemeyeceğini düşünmeye başladığım bir anda okul dolabımın hemen yanında duran ölü adamı gördüm. Kayla, her zamanki K-gevezeliğiyle hiç durmadan konuşuyordu; adamı fark etmemişti bile. Yani ilk başta. Aslında, şöyle bir düşününce, konuşana kadar hiç kimsenin adamı fark etmediğini hatırlıyorum. Ki bu, benim uyum sağlamaktaki ucube yetersizliğimin yeni bir kanıtı olmalı.

”Hayır, ama Zoey, yemin ederim ki Heath maçtan sonra o kadar da sarhoş olmadı. Ona bu kadar sert davranmamalısın.”

Aklım başka yerdeymiş gibi ”Evet,’ dedim. ”Tabi.” Sonra öksürdüm. Bir kez daha. Kendimi berbat hissediyordum. Oldukça deli olan AP Biyoloji1 öğretmenim Bay Wise’ın gençlik vebası diye nitelendirdiği hastalığa yakalanmak üzereydim.

Acaba ölücek olursam, yarınki geometri sınavımdan yırtabilir miydim? Sadece hayalini kurabilirdim.

”Zoey, lütfen. Beni dinlemiyor musun? Bence sadece dört bilemedin altı bira içti ve üç shot attı. Bunun konumuzla bir ilgisi yok. Eğer senin o aptal annen ve baban seni maçtan hemen sonra eve dönmeye mecbur etmeseydi belki de bir yudum bile içmeyecekti.”

Birbirimize uzun ve acılı bir bakış attık. Annemin ve üç sene önce evlendiği Üvey-Zavallı’nın bana yaptıkları en son haksızlık konusunda tamamen hemfikirdik. K yarım nefeslik bir ara bile vermeden gevezeliğine kaldığı yerden devam etmeye koyuldu.

”Ayrıca, kutlama yapıyordu. Demek istediğim Birlik’i yendik!” K omzumu sarstı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ”Alo? Erkek arkadaşın…”

Üzerine öksürmemek için kendimi zor tutarak ”Neredeyse erkek arkadaşım,” diye düzelttim.

”Her neyse. Heath bizim oyun kurucumuz. Tabii ki kutlama yapacak. Kırık Ok’un Birlik’i son yenişinin üstünden neredeyse milyon yıl geçti.”

”On altı.” Matematikte tam bir fiyaskoyum ama K’nın matematik konusundaki yetersizliği, yanında dahi gibi görünmeme yetiyor.

”Bir kez daha, her neyse. Önemli olan, çocuk mutluydu. Onu biraz olsun rahat bırakmalıydın.”

”Bence asıl önemli olan Heath’in bu hafta tam beşinci defa küfelik olması. Üzgünüm ama hayattaki birinci amacı kolej futbolu oynamaktan, altılık biri pakerini kusmadan mideye indirmeye dönüşen bir tiple çıkmak istemiyorum. Onca birayla şişmanlayacağından bahsetmiyorum bile.” Öksürmek için durmak zorunda kaldım. Başım dönüyordu. Öksürük nöbeti geçince, kendimi ağır ve derin nefesler almaya zorladım.Gerçi geveze K durumun farkında bile değildi.

”Iyykkk… Şişman bir Heath! Bu, gözümün önünde canlandırayı isteyeceğim bir manzara değil.”

Yeni bir öksürük nöbetini pas geçmeyi başarmıştım. ”Onunla öpüşmek alkole batırılmış bir çift ayağı emmekten farksız.”

K yüzünü buruşturdu. ”Pekala midem bulandı. Bu kadar seksi olması yazık doğrusu.”

Gözlerimi çevirdim. K’nın tipik sığlığının beni ne kadar rahatsız ettiğini saklama zahmetine bile girmemiştim.

”Hastalandığın zaman o kadar huysuz oluyorsun ki. Her neyse… Öğle yemeğinde onu görmezden geldiğinde Heath’ın nasıl küçük bir köpek yavrusuna dönüştüğünü tahmin bile edemezsin. Hatta…”

Sonra onu gördüm.. Ölü adamı. Tamam, teknik anlamda ”ölü” olmadığını anlamam çok sürmedi. Adam ölüötesiydi. Yani bildiğimiz insan olmayan. Her neyse. Bilimadamları bir şeyler söyler, insanlar başka bir şeyler fakat varılan sonuç hep aynıdır. Adamın ne olduğu konusunda yanılmam mümkün değildi ve ondan buram buram yayılan gücü ve karanlığı farketmesem bile, İşaretini, alnındaki safir mavisi hilali ve aynı derecede mavi gözlerini çevreleyen kördüğüm motifli dövmesini gözden kaçırmam gibi bir şey söz konusu değildi. Adam bir vampirdi ve bununla kalmıyordu. O bir İz Sürücü’ydü.

Lanet olsun! Okul dolabımın hemen yanında duruyordu.

”Zoey, beni hiç dinlemiyorsun!”

Sonra vampir konuştu. Törensel kelimeleri, aramızdaki boşlukta kayarak bana ulaştı. Tehlikeli ve baştan çıkarıcı… Tıpkı erimiş çikolatayla karıştırılmış kan gibi.

”Zoey Montgomery! Gece seni seçti; ölümün doğuşun olacak. Gecenin tatlı sesine kulak ver. Kaderin seni Gece Evi’nde bekliyor.”

Uzun beyaz parmağıyla beni işaret etti. Alnım acıyla patlarken Kayla ağzını açtı ve çığlık koyverdi.

Gözlerimin önündeki parlak lekeler nihayet dağıldığında, yukarı baktım ve K’nin rengi solmuş yüzünü bana bakarken buldum.

Her zaman ki gibi, aklıma gelen ilk aptalca şeyi söyledim. ” K, gözlerin, tıpkı bir balığınkiler gibi, kafandan fırlayacakmış gibi duruyor.”

”Seni İşaretledi. Ah, Zoey. Alnında o şeyin çizgileri var.” Sonra, hıçkırığını bastırmak için titreyen elini bembeyaz dudaklarına bastırdı ama başarılı olamadı.

Doğrulurken öksürüyordum. Başımda korkunç bir ağrı vardı ve tam kaşlarımın ortasına denk gelen yeri ovdum. Sanki büyük bir eşek arısı sokmuş gibi zonkluyor ve gözlerimin çevresine, ta elmacık kemiklerime kadar büyük bir acı yayıyordu. Kusacak gibiydim.

”Zoey!” K şimdi ciddi ciddi ağlamaya başlamıştı. Islak hıçkırıkların arasında konuşmaya çalışıyordu. ”Ah… Tanrım… O adam bir İz Sürücü’ydü-bir vampir iz sürücüsü.”

”K.” Gözlerimi kırpıştırdım; başımdaki sancıdan kurtulmaya çalışıyordum. ”Ağlamayı kes. Ağlamandan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun.” Onu rahatlatmak için uzanıp omzunu sıvazladım.

Otomatik olarak korkuyla geri kaçtı.

İnanamıyordum. Sanki benden korkuyormuş gibi, gerçekten de geri kaçmıştı. Gözlerimdeki acıklı bakışı fark etmiş olmalıydı çünkü hiç vakit kaybetmeden o meşhur, nefessiz K-gevezeliğine girişti.

”Ah, Tanrım, Zoey! Ne yapacaksın? Oraya gidemezsin. O şeylerden olamazsın. Bu gerçek olamaz. Şimdi ben futbol maçlarına kiminle gideceğim?”

Bütün tiradı boyunca, bir kez bile bana yaklaşmamış olması dikkatimden kaçmamıştı. Beni gözyaşlarına boğulma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan o mide bulantısı ve kalp kırıklığını bastırmak için kendimi zorluyordum. Gözlerim bir anda kuruyuvermişti. Gözyaşlarımı saklamak konusunda ustaydım. Olmak zorundaydım, ustalaşmak için üç sene gibi uzun bir zamanım olmuştu.

”Sorun değil. Bu işi çözeceğim. Büyük olasılıkla… Tuhaf bir hatadan başka bir şey değildir.” diye yalan söyledim.

Gerçekten konuşmuyordum sadece kelimelerin dudaklarımın arasından çıkmasına izin veriyordum. Başımdaki acı yüzünden, yüzümü buruşturmaya devam ederek ayağa kalktım. Çevreme bakınıp, K ve benim, matematik koridorunda yalnız olduğumuzu fark edince az da olsa bir rahatlama hissettim. Ve hemen arkasından isterik olduğunu çok iyi bildiğim bir kahkahayı bastırmak zorunda kaldım. Yarınki programda yer alan geometri testi konusunda tam bir manyak gibi hareket ettiğim için, akşam evde saplantılı bir şekilde (ve boş yere) çalışmak için kitabımı almaya dolabıma koşmamış olsam, İz Sürücü beni dışarıda, okulun önünde, Kırık Ok’un Güney Ara Lisesi’ne giden ve klonlanmış bir Barbie görüntüsüne sahip aptal kızkardeşimin kendini beğenmiş bir tavırla ”büyük sarı limuzinler” diye tanımladığı okul otobüsünü bekleyen 1300 çocuğun arasında bulacaktı. Kendime ait bir arabam var; fakat otobüse binmek zorunda olan bana göre daha talihsiz çocuklarla birlikte beklemek hala geçerliliğini koruyan bir gelenek. Ve tabii kimin kime asıldığını görmek için mükemmel bir fırsat olduğundan bahsetmiyorum bile. Bu yüzden, matematik koridorunda K ve benim dışımızda tek bir çocuk daha vardı: Uzun boylu, çelimsiz ve berbat dişleri -ki bana az önce bir dizi uçan domuş doğurmuşum gibi ağzı bir karış açık halde, şaşkın şaşkın baktığı için dişlerinin neredeyse tamamını görmüştüm- olan bir inek.

Bir kez daha öksürdüm. Bu defaki bir hayli ıslak ve tiksindirici bir öksürük oldu. İnek gıcırtılı bir ses çıkardı ve elindeki satranç tahtasını kemikli göğsüne bastırarak koridor boyunca, Bayan Day’in odasına koşmaya başladı. Satranç kulübü, toplantı gününü, pazartesi okul sonrası saatlere almış olsa gerek.

Vampirler satranç oynar mı? Acaba inek vampirler de var mıdır? Peki ya Barbie bozması amigo takımı kaptanı olanlar? Vampirler arasında bir orkestrada çalan kimse var mıdır? Kadın çamaşırları giyme acayipliğini gösteren ve yüzlerinin yarısını örten tuhaf kakülleri olan garip Emo vampirleri? Yoksa bütün vampirler banyo yapmayı pek sevmeyen o ucube Goth çocuklarından mıdır? Ben bir Goth çocuğununa mı dönüşecektim? Ya da daha kötüsü bir Emo mu olacaktım? Siyah giymeyi özellikle sevmezdim; yani en azından sadece siyah giyinmezdim ve kendimi su ve sabundan tamamen vazgeçemeye hazır hissetmiyordum. Ve tabi saç stilimi değiştirmek ve gereğinden fazla sürme sürmek gibi saplantılı arzularım da yoktu.

Bütün bu düşünceler beynimin içinde cirit atarken, isterik bir kahkahanın daha gırtlağımdan yukarı doğru yükseldiğini hissettim. Neyse ki ağzımdan bir öksürüğe dönüşüp öyle çıktı.

”Zoey? Sen iyi misin?” Kayla’nın sesi, sanki birisi onu çimdikliyormuş gibi, fazla yüksek çıkmıştı. Ve benden bir adım daha uzaklaşmıştı.

İç geçirdim ve içimde ilk defa bir öfke kırıntısı hissettim.Bunu ben istememiştim. K ve ben üçüncü sınıftan beri birbirimizin en iyi arkadaşıydık ve şimdi bana bir canavara dönüşmüşüm gibi bakıyordu.

”Kayla, karşındaki sadece benim. İk saniye, iki saat, iki gün önceki ben.” Zonklayan başımı sabırsız bir hareketle işaret ettim. ”Bu benim kim olduğumu değiştirmez!”

K’nın gözleri bir kez daha yaşarmıştı. Neyse ki, cep telefonu Madonna’nın Material Girl şarkısının melodisiyle çalmaya başladı. Kayla otomatik olarak telefonun ekranına baktı. Yüzünde beliren ayakları yerden kesilmiş lisesi kız ifadesinden arayanın erkek arkadaşı Jared olduğunu hemen anladım.

”Haydi,” dedim düz ve bitkin bir sesle. ”Eve onunla git.”

Yüzündeki rahatlama suratıma okkalı bir tokat gibi inmişti.

Omzunun üstünden ”Beni sonra ara, olur mu?” diye seslenerek telaşla yan kapıya koştu.

Onun aceleci adımlarla çimlerin üstünden, park alanına doğru koşmasını izledim. Cep telefonunu kulağına yapıştırmış halde, hararetli hararetli bir şeyler anlattığını görebiliyordum. Jared’e benim bir canavara dönüşmek üzere olduğumu anlattığından hiç şüphem yoktu.

Tabii ki asıl sorun, canavara dönüşme ihtimalimin önümdeki iki seçenekten daha parlak olmasıydı. Seçenek 1: Her ölümlünün zihninde canavara denk olan bir vampire dönüşecektim. Seçenek 2: Vücudum bu değişimi reddedece ve ölücektim. Sonsuza dek.

Bu durumda iyi haber ertesi günkü geometri sınavına girmek zorunda olmamamdı.

Kötü haber ise, özel bir yatılı okul olan ve bütün arkadaşlarım tarafından Vampir Cilalama Okulu olarak bilinen Midtown Tulsa’daki Gece Evi’ne taşınmak zorunda olmamdı. Önümdeki dört seneyi orada tuhaf ve isimlendirilemeyecek fiziksel değişimlere uğramakla geçirecektim.Tabii ki hayatımın kalıcı bir şekilde değişikliğe uğrayacak olması da cabasıydı. Elbette bütün bunlar, bu sürecin beni öldürmemesi halinde söz konusu olabilecek şeylerdi.

Harika. İki seçeneği de istemiyordum. Mega-tutucu ebeveynlerime, troll-tipli küçük erkek kardeşime ve ah-tanrım-ne-mükemmelim ablama rağmen, ben sadece normal olmak istiyordum. Ve geometri sınavından geçmek. Notlarımı yüksek tutmak ve bu sayede Ohio Devlet Üniversitesi’nin veterinerlik bölümüne kapağı atarak Kırık Ok, Oklahoma’dan kurtulmak istiyordum. Fakat her şeyden çok uyum sağlamak peşindeydim; en azından okuluma. Ev hayatım artık umutsuz bir hal almıştı. Bu yüzden tek sığınağım arkadaşlarım ve ailemden uzakta yaşadığım hayatımdı.

Ve şimdi, bu da elimden alınıyordu.

Alnımı ovmaya başladım. Sonra saçlarımı dağıtıp gözlerimi yarı yarıya örtecek şekilde önüme düşürdüm. Biraz şansım varsa, İşaret gözlerimin üstünde kalmıştı. Bir şekilde çantamda oluşmuş bir yapışkan madde bütün dikkatimi oraya toplamış gibi, başımı önüme eğerek telaşlı adımlarla öğrencilere ait park yerine doğru açılan ön kapıya yöneldim.

Ama daha dışarı çıkamadan olduğum yere mıhlandım.Okula kurumsal bi hava veren sürgülü kapının yan yana sıralanmış pencerelerinden Heath’ı görebiliyordum. Saçlarını düzeltmek ve tuhaf pozlar takınmakla meşgul kızlar çevresini sarmıştı. Erkeklerse komik sayılabilecek kadar büyük kamyonetlerde ortalıkta dolaşarak, havalı görünmeye (çoğu bunu beceremiyordu) çalışıyordu. Benim etkilenmek için böyle bir şey seçmem mantıklı geliyor mu? Hayır, kendime karşı adil davranmak için Heath’in eskiden inanılmaz derecede tatlı olduğunu ve şimdi de zaman zaman tatlı olduğunu hatırlamalıyım.Özellikle de ayık kalma zahmetine girdiği zamanlarda.

Yüksek perdeden kız kıkırdaşmaları beni park alanından uzaklaştırmıştı. Okulun bir numaralı orospusu Kathy Richter, Heath’i tokatlıyor gibi yapıyordu. Durduğum yerden bile, ona vurmanın bir tür çiftleşme ritüeli olduğunu sandığını anlayabiliyordum.Hiçbir şeyden haberi olmayan Heath, her zamanki gibi, sırıtarak çevresine bakınıyordu. Lanet olsun ki, günümün bundan sonrası da daha iyi olmayacaktı. Ardıçkuşu yumurtası maviliğindeki 1966 model vosvosum tam ortalarında duruyordu. Hayır. Oraya gidemezdim. Alnımda bu şeyle aralarından yürüyemezdim. Bir daha asla onlardan biri olamazdım. Ne yapacaklarını o kadar iyi biliyordum ki. Bir İz Sürücü’nün GAL’den seçtiği son çocuğu çok iyi hatırlıyordum.

Geçen sene, okulun ilk günleriydi.İz Sürücü okul başlamadan önce gelmiş ve ilk dersine gitmekten olan bir bir çocuğu gözüne kestirmişti. İz Sürücü’yü görmemiştim ama sonrasında çocuğu görmüştüm. Sadece bir saniye için. Kitaplarını fırlatıp, alnında parlayan yeni İşareti ve gözlerinde yaşlarla binadan koşarak çıkmıştı. O sabah koridorların ne kadar kalabalık olduğunu hiç unutmadım. Çocuk, kendini okulun ön kapısından dışarı atmak için koşarken, sanki vebalıymış gibi herkes ondan kaçıyordu. Onun için gerçekten üzülmeme rağmen, yolundan çekilen ve ona gözlerini dikip bakan çocuklardan biri de benim. Ben o-ucubelerle-arkadaş-olabilen-kız olarak damgalanmak istememiştim, o kadar. Ne kadar ironik bir durum, değil mi?

Arabama gitmek yerine, en yakındaki tuvalete yürüdüm. Neyse ki içerisi boştu. Üç kabin vardı ve evet, içeride ayak var mı diye her birini ikişer defa kontrol ettim. Bir duvarda iki lavabo, lavaboların üstündeyse orta büyüklükte birer ayna asılıydı. Lavaboların tam karşısında kalan duvarda da hemen altına makyaj malzemesi vs. gibi ıvır zıvırların koyulabileceği bir rafın tutturulduğu bir ayna vardı. Çantamı ve geometri kitabımı rafa koydum. Derin bir nefes aldım ve tek bir hareketle başımı kaldırıp saçlarımı arkaya ittim.

Bu, bana tanıdık gelen bir yabancının yüzüne bakmak gibi bir şeydi. Bilirsiniz işte, kalabalık içinde birisini görür ve onu tanıdığınıza yemin edersiniz. Ama aslında tanımazsınız. Ve işte o tanıdık yabancı şimdi bendim.

Gözleri benim gözlerimdi. Renkleri tıpkı benimkiler gibi, yeşille kahve arasında bir seçim yapamayan fındık kabuğuydu ama benim gözlerim hiç bu kadar iri ve yuvarlak olmamıştı. Yoksa olmuş muydu? Saçları da aynı benimkiler gibiydi; uzun, düz ve neredeyse büyükannemin saçlarının gümüşi bir renk almadan önceki halleri gibi kopkoyu. Yabancı, benim elmacık kemiklerimi, uzun güçlü burnumu ve geniş ağzımı almıştı. Bunlar bana büyükannemden ve onun Cherokee atalarından geçme özelliklerdi. Fakat yüzüm hiç bu kadar solgun olmamıştı. Her zaman biraz zeytuni bir tenim olmuştur; ailemdeki herkesten koyu tenliyim. Fakat belki de cildim bir anda beyazlamamıştı. Belki de alnımın tam ortasına mükemmel bir hesapla oturtulmuştu o koyu mavi renkli hilal yüzünden böyle görünüyordum. Ya da belki de hepsi korkunç florasan lambalarının marifetiydi. Bütün kalbimle son seçeneğin doğru olduğunu umuyordum.

Egzotik görünüşlü dövmeye dikkatle baktım. Öne çıkan Cherokee2 hatlarımla bir araya gelince bana daha vahşi bir hava vermiş gibiydi. Sanki dünyanın daha büyük ve daha barbar olduğu eski zamanlardan çıkıp gelmişim gibi…

Bugünden itibaren hayatım eskisi gibi olmayacaktı. Ve bir an için -sadece küçücük bir an için- bir yerlere ait olmamanın verdiği korkuyu unuttum ve tenimin tuhaf bir zevkle ürperdiğini hissettim. İçimde, derinlerde bir yerde, büyükannemin halkının kanı sevinçle kırpınmaya başlamıştı.

1: AP : ABD’de üniversite birinci sınıftaki bir dersi atlayabilmek amacıyla lisede alınan derslere verilen ad.

2: Cherokee : 16. yüzyılda kıtaya gelen Avrupalılarla temasa geçinceye kadar Kuzey Amerika’da yaşayan yerli halkın adı (bir Kızılderili kabilesi)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://vampirakademisi.forumdizini.net/
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

İşaret - 1.BöLüm.. :: Yorum

Yorum yok.
 

İşaret - 1.BöLüm..

Sayfa başına dön 

1 sayfadaki 1 sayfası

 Similar topics

-
» İşaret-5.BöLüm
» İşaret-6.BöLüm
» İşaret-7.BöLüm
» İşaret-8.BöLüm
» İşaret-9.BöLüm

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Kan Savascisi :: BİZİM KLÜPLERİMİZ :: GeceEvi Klübü >> bLood wiTch-
Buraya geçin: