İşaret Kitabı 4. Bölüm
Bölüm 4
Böylece yatağımın kenarına oturup annemin büyük bir telaşla önce deli doktorumuzun acil hattını aramasını, sonra da İnanç İnsanları’nın telefon zincirini harekete geçirecek konuşmayı yapmasını dinlerken öksürmeye devam ettim. Yarım saate kalmadan, evimiz şişman kadınlar ve onların boncuk gözlü sübyancı kocalarıyla dolmaya başlayacaktı. Sonra beni dışarıya, oturma odasına çağıracaklardı. İşaretim,Gerçekten büyük ve Utanç Verici Bir Sorun olarak değerlendirilecek ve büyük olasılıkla beni,bütün gözeneklerimi tıkayacak ve bana bir Tepegöz büyüklüğünde bir sivilce kazandıracak bir zımbırtıyla yağlayacak ve ellerini üzerime uzatıp dua edeceklerdi. Böyle korkunç bir ergen olmaktan ve ebeveynlerine sorun yaratmaktan vazgeçmemde bana yardım etmesi için Tanrı’ya yakaracaklardı. Ah ve tabi İşaret’imin de temizlenmesi icap edecekti.
Keşke bu kadar basit olsaydı. Okul ve tür değiştirmeye karşılık iyi bir çocuk olmak konusunda Tanrı’yla anlaşma yapabilirdim. Hatta geometri sınavına girmeye bile razı olurdum. Pekala,tamam. Belki geometri testine girmek istemezdim ama ucube olmayı ben istemedim ki. Bütün olanlar, gitmek zorunda kalmam demekti. Şu yeni çocuk olacağım bir yerde her şeye yeni baştan başlamam. Tek bir arkadaşımın dahi olmadığı bir yerde. Kendimi ağlamamak için zor tutarak gözlerimi kırpıştırdım. Son zamanlarda kendimi evimde hissettiğim tek yer okul; dostlarım ailemdi. Yumruklarımı sıktım ve ağlamamak için yüzümü eğip bükmeye başladım. Yavaş yavaş. Bu işi yavaş yavaş halledecektim.
Olanlar yetmezmiş gibi üvey-zavallının klonlarıyla uğraşmam söz konusu olamazdı. Ve sanki İnanç İnsanları tek başlarına yeterince kötü değillermiş gibi korkunç dua oturumunun ardından, Dr. Asher’in aynı derecede sinir bozucu seansı gelecekti. Bana,şunun ve bunun bana neler hissettirdiği konusunda bir yığın soru soracaktı. Sonra ergenlik öfkesinin ve endişelerinin ne kadar normal olduğuna fakat bunların hayatımı nasıl etkileyeceğine benim karar verebileceğime dair uzun bir nutuk çekecekti.Vesaire..Vesaire.Ve ortada “acil” bir durum olduğu için,büyük olasılıkla,içimdeki çocuğu –ya da her neyse- temsil edecek bir şeyler çizmemi isteyecekti.
Buradan bir an önce çıkmam şarttı.
İşin iyi tarafı,her zaman “kötü çocuk” olduğum için böyle durumlara hazırlıklı olmamdı.Pekala,penceremin dışındaki çiçek saksısının içine arabamın yedek anahtarını saklarken planım evden kaçıp,vampirlerin arasına karışmak değildi.Ben sadece,evden kimseye görünmeden çıkıp,Kayla’ya gitmek isteyebileceğimi düşünmüştüm.Ya da gerçekten kötü olmak istersem,Heath’le parkta buluşup,öpüşebilirdim.Ama sonra Heath içki içmeye,bense bir vampire dönüşmeye başlardık.Bazen hayat çok tuhaflaşabiliyor.
Sırt çantamı sımsıkı tutup penceremi açtım ve üvey-zavallımın sıkıcı nutuklarından ziyade benim günahkar doğama işaret eden bir beceriyle penceremdeki teli yerinden çıkardım.Güneş gözlüklerimi takıp çevreme bakındım.Saat henüz dört otuz falandı ve hava kararmamıştı.Beni başkalarının işlerine burunlarını sokmaya bayılan komşularımızdan saklayacak olan çitlerin varlığına bir kez daha şükrettim.Evin bu tarafına bakan tek pencere ablamın odasının penceresiydi ve bu saatte amigo takımının çalışmasında olması gerekiyordu.(Cehennem gerçekten de buz tutuyor olmalıydı çünkü hayatımda ilk defa ablamın hayatının,kendisinin “neşe sporu” olarak tanımladığı şeyin çevresinde dönüyor olmasına seviniyordum.)Önce çantamı dışarı attım.Sonra,yere indiğim zaman en ufak bir gürültü dahi çıkarmamak için büyük bir çaba harcayarak,ağır hareketlerle,bende çıktım.Öksürüğümü bastırmak için yüzümü kollarıma gömerek,bir-iki dakika boyunca hiç kıpırdamadan durdum.Sonra eğildim ve Büyükanne Kızılkuş’un bana vermiş olduğu lavanta saksısının kenarını kaldırdım ve parmaklarımla yoklayarak ezilmiş toprağın arasına saklanmış anahtarın metaline ulaştım.
Neyse ki bahçe kapısı gıcırdamadan açıldı ve ben Charlie’nin Melekleri’nden biriymişim gibi aradan süzülmüşüm.Şirin vosvosum her zaman durduğu yerde,üç arabalık garajımızın üçüncü kapısının hemen önünde duruyordu.Üvey-zavallı vosvosumu içeri park etmeme izin vermezdi;ona göre biçme makinesi daha önemliydi.(Klasik bir VW’den daha önemli ha ?Bu nasıl olabilirdi ki?Bana hiç mantıklı gelmiyordu.Tanrım,tam bir erkek gibi düşünmeye başlamıştım.Vosvosumun klasikliğini ne zamandan beri önemsiyordum?Gerçekten de Değişiyor olmalıydım.)Sağa sola baktım.Hiçbir şey yoktu.Yıldırım hızıyla arabama koştum,içine atladım ve vitesi boşa aldım.Harika vosvosumun pürüzsüzce ve sessizce,sokağa kadar kaymasına olanak sağladığı için araç yolumuzun tuhaf eğimine minnettardım.Sokağa indi,kten sonra,motoru çalıştırıp Büyük Pahalı Evler mahallesinden tüymek mesele değildi.
Dikiz aynama bakmadım bile.
Cep telefonuma uzanıp,kapattım.Kimseyle konuşmak istemiyordum.
Hayır,bu tam olarak doğru değildi.Konuşmayı gerçekten çok istediğim tek bir insan vardı.Dünyada,İşaret’ime bakıp,benim bir canavar,ucube ya da gerçekten berbat bir insan olduğumu düşünmeyecek tek insan oydu.
Vosvosum zihnimden geçenleri okumuş gibi,kendiliğinden otoyola saptı ve Muskogee Turnpike istikametinde ilerlemeye başladı.Bu dünyadaki en muhteşem yere gidiyordum:Büyükanne Kızılkuş’un lavanta çiftliğine.
Okulla ev arasındaki yolun aksine,Büyükanne Kızılkuş’un çiftliğine yaptığım bir buçuk saatlik yolculuk bana hiç bitmeyecek gibi geldi.Otoyoldan çıkıp büyükannemin evine giden toprak yola saptığımda,bütün bedenim,kendisi gibi kırbaçlayarak şen kahkahalar atarken bizim delice ağırlık çalışmaları yapmamız gerektiğine inanan o deli beden eğitimi öğretmenini işe aldıkları dönemdekinden daha beter ağrıyordu.Tamam ,kadının kırbacı yoktu.Ama yine de…Kaslarım feci sızlıyordu.Saat neredeyse altıya geliyordu,güneş nihayet batmaya başlamıştı.Fakat gözlerim hala batıyordu.Her saniye biraz daha etkisini kaybeden güneş ışıkları bile tenimde tuhaf bir karıncalanma hissine neden oluyordu.Ekim ayının son günlerini yaşıyorduk ve -çok şükür- tenimin büyük kısmını kaplayan Borg İstilasi 4D baskılı kapişonlu sweat-shirtümü (tabi ya bu Vegas’ta bir Uzay Yolu:Gelecek Nesil gezisi ve üzülerek söylüyorum ki ben de zaman zaman tam bir Uzay Yolu ineği oluyorum) giyebileceğim kadar serin bir hava vardı.Arabadan inmeden önce,vosvosumun arka koltuğuna uzanıp,eski Ohio Devlet Üniversitesi şapkamı bulana kadar arandım.Böylece bütün yüzümü güneşten koruyabilecektim.
Büyükannemin evi iki lavanta tarlasının arasında,büyük ve yaşlı meşe ağaçlarının gölgesinde kalıyordu.1942 senesinde işlenmemiş Oklahoma taşlarından inşa edilmişti.Geniş bir verandası ve alışılmış olandan daha büyük pencereleri vardı.Bu evi çok severdim.Daha verandaya çıkan birkaç ahşap basamağı tırmanırken kendimi daha iyi ve … güvende hissetmeye başlamıştım. Sonra kapıya yapıştırılmış not kağıdını gördüm. Büyükanne Kızılkuş’un güzel el yazısını tanımam çok kolaydı: Yaban çiçekleri toplamak için uçurumun kenarına gidiyorum.
Lavanta kokulu yumuşak kağıda dokundum. Ne zaman ziyarete gelsem,önceden hissederdi.Çocukken bunun tuhaf bir şey olduğunu düşünürdüm ama büyüdükçe büyükannemin sahip olduğu bu ekstra hissetme yetisini takdir eder oldum.Bütün hayatım boyunca,her ne olursa olsun büyükanneme güvenebileceğimi bilirdim.Annemin John’la evlenmesini izleyen o ilk birkaç korkunç ay boyunca her hafta sonu büyükannemin evine kaçma fırsatını bulamasaydım,aklımı yitirebilirdim.
Ne eve girmeyi ve ise de onu içerde beklemeyi düşündüm(Büyükannem kapılarını hiç kilitlemezdi).Ama onu hemen görmeye,ona sarılmaya ve annemden beklediğim sözcükleri onsan duymaya çok ihtiyacım vardı.Korkma…Her şey yoluna girecek.Biz her şeyi halledeceğiz.Bu yüzden ,eve girmek yerine en kuzey uçta kalan lavanta tarlasının arasından geçen ve kayalıklara doğru uzanan patika yola saptım.Yürürken,parmaklarımı patikanın kenarındaki bitkilerin tepelerine sürtüyordum.Etrafım kısa sürede,bana hoş geldin diye fısıldayan,tatlı ve gümüşi kokularla sarılmıştı.
Buraya son gelişimin üstünden sadece dört hafta geçmiş olmasına rağmen,bana asırlar geçmiş gibi geliyordu.John,büyükannemi sevmezdi.Onu tuhaf bulurdu.Hatta anneme “ Büyükannemin bir cadı olduğunu ve cehenneme gideceğini” söylediğini bile duydum.İşte John böylesi bir pislik.
Ve o anda kafama dank eden acayip bir düşünceyle olduğum yerde durdum. Ebeveynlerim artık beni kontrol edemeyeceklerdi.Bundan sonra onlarla birlikte yaşamayacaktım.John bana artık ne yapacağımı söyleyemezdi.
Vay canına ! Bu müthiş bir şeydi.
Hatta o kadar müthiş bir şeydi ki,güçlü bir öksürük nöbetinin beni esir almasına ve benim ciğerlerimi yerinde tutmak istercesine,kollarımla kendi kendimi sarmama neden oldu.Büyükanne Kızılkuş’u bulmalıydım.Hemen şimdi.